20/08/2025 Çarşamba Köşe yazarı H.Y
Osmanlıda ilmihâl kültürü
Osmanlıda Müslüman olan halk günlük
hayatını, “İlmihâl” kitaplarında yazan bilgilere göre
düzenlerdi.
Osmanlı medeniyetinde ilmihal kültürü zirveye
taşınmıştı. Bu medeniyetin temelini hazırlayan ve insanların gönlüne Allah
sevgisi ile beraber Allah korkusunu da yerleştiren, ihlas ile
yazılmış “Birgivî Vasıyetnamesi”, “Huccetül-İslam
İlmihali” ve “Mızraklı İlmihâl” gibi ilmihal
kitapları olmuştur. Bu kitaplarda, ülkenin Padişahından dağdaki çobanına kadar
herkese lazım olan, iman, ibadet ve ahlâk bilgileri toplanmış ve bunların
herkes tarafından kolayca öğrenilmesi sağlanmıştı. Hatta okunmaya bile ihtiyaç
kalmadan, herkes birbirinden görerek İslamî bir hayatı kolayca öğreniyor
ve yaşıyordu. Evet, okunmadan bilmek, işte buna deniyordu.
(Mızraklı ilmihâl) diye
bilinen kitabının asıl ismi, (Miftâh-ul Cennet) olup [m. 1480]
senesinde Edirne’de vefât etmiş olan Muhammed bin Kutbüddîn-i Iznikî “rahime-hullahü
teâlâ” yazmıştır. Derin İslâm âlimi, Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahime-hullahü
teâlâ”, (Miftâh-ul Cennet ilm-i hâlinin yazarı sâlih bir
zât imiş. Okuyanlara faydalı olur) buyurmuştur.
Müslümanın hayat bilgisi olan bu ilimler,
toplumun her kesimi tarafından bilindiği ve tatbik edildiği için, okunmadan
öğrenilir ve yaşanırdı. Bu sayede, insanın doğumundan ölümüne kadar tatbik
edeceği İslam bilgileri, her Müslümanın bir hayat tarzı olmuştu.
Padişah da, dağdaki çoban da, sabahleyin yatağından aynı şekilde sağ
tarafından Besmele ile kalkar, günlük dualarını
okuyarak, güzel bir niyetle işine başlardı... Sabah namazını kılmak
için abdest hazırlığı yapılır ve namaz kılınırdı. Yemeğe “Besmele” ile
başlanır “Hamdele” ile bitirilirdi. Günlük hayatta, hep aynı
olan bu davranışlar, bir ömür boyu devam ederdi. Toplumun her kesiminde hep
aynı iman, ibadet ve ahlâk hükümleri hâkim olurdu. Herkes birbirine yardım
ederdi...
Osmanlı ülkesinin insanları, hep birbirine nasihat
eder, öğüt verirdi. İyiliğe teşvik ve kötülükten birbirlerini menederlerdi.
Kısacası, Osmanlıda Müslüman olan halk günlük hayatını, “İlmihâl” kitaplarında
yazan bilgilere göre düzenlerdi. Hatta Müslüman olmayan vatandaşlar da, bu hayat
tarzına göre hareket etmeye çalışırdı. İşte böylece, yetmiş iki milletten ve
çeşitli dinlerden meydana gelen Osmanlı halkının yaşayışı, bir “İlmihâl
Medeniyeti”ni meydana getirmişti.
Bu hassasiyet ve uygulama Osmanlı Müslümanlarını,
İslâmiyetin zirvesi olan tasavvuf terbiyesine de ulaştırmıştı. Dağdaki çoban
da, Rabbine kavuşmak için gönül yolculuğuna çıkmış ve zirveye ulaşmış olan
da, günlük olaylar karşısında hep aynı tepkiyi verir ve "Bunda da
bir hayır vardır", "Hak şerleri hayreyler..." der,
kalp kırmayı en büyük cürüm ve günah bilirlerdi.
İslamın temel bilgileri, atasözleri ve halk deyimleri
şeklinde zihinlere yerleşmişti: “Eden bulur”, “Eden kendine eder” gibi
nice özlü sözler, hep böyle bir kültürün ürünleriydi.
İşte bu (İlmihâl Medeniyeti)’nden,
günümüz insanlarının anlamakta zorlandığı “Sadaka taşları”,
“Zimem/alacak defterlerinin yırtılması” ve “Kışın aç kalan
kurtlar ve yaralı kuşlar için vakıf kurulması” gibi güzellikler
doğmuştu.