23/12/2025 Salı Köşe yazarı R.A
Recep ayındaki mübârek geceler
Mukaddes dînimiz İslâmiyette, “on mübârek
gece” vardır. Recep ayının ilk Cuma gecesi Regâib gecesi, 27. gecesi de “Mi’râc
gecesi”dir.
“Mi’râc
gecesi”, Sevgili Peygamberimizin “İsrâ” ve “Mi’râc” mu’cizeleriyle
şereflendiği, göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere
götürüldüğü ve Allahü teâlâ ile konuştuğu gecedir.
Resûlullah Efendimiz, “Bi’set-i Nebeviyye”lerinin
başından itibâren, 11 yılı aşkın bir zamandan beri, Allahü teâlânın dînini,
büyük bir aşk ve şevkle ve son derece büyük bir merhamet ve şefkatle, insanlara
teblîğ ediyordu. Ama Mekke halkı, kendilerini dünyâ ve âhirette mes’ûd ve
bahtiyâr kılacak olan bu yüce esâslara îmân etmiyor, üstelik Peygamberimize ve
Müslümânlara da çok sıkıntı veriyorlardı.
Sevgili
Peygamberimiz, hicretten bir yıl önce, 52 yaşında idi. Resûlullah’ın
hem kendisine, hem de Eshâbına uygulanan baskılar, boykotlar, ezâ ve cefâlar
haddi aşmıştı. İşkenceye tahammül edemeyen bazı Müslümânlar, Resûlullah’tan
aldıkları izinle, Habeşistân’a hicret etmişlerdi.
Mekke müşriklerine karşı kendisini himâye eden amcası
Ebû Tâlib, bu senede vefât etti. Bir müddet sonra, 25
yıllık biricik hanımı ve en yakın destekçisi Hazret-i Hatîce vâlidemizi de
kaybetti. Hattâ bunlardan dolayı, bu seneye “Senetü’l-hüzün=Âmü’l-hüzün=Hüzün
yılı” denildi.
Ne kadar enteresan bir durumdur ki, başka hiçbir Peygambere
nasip olmayan “İsrâ ve Mi'râc Mu’cizesi”, Tâif seferinden
müteessir olarak dönen Peygamber Efendimizin, iki yakınını da kaybettiği,
kendisini en yalnız ve en çok üzgün hissettiği bir zamanda olmuştur.
Bu “mu'cize”yi, zaman ve mekân
mefhûmlarıyla açıklamak ve akıl ile îzâh etmek mümkün değildir. Ama İlâhî
kudretin ve Peygamberlik mertebesinin ne demek olduğunu idrâk edebilenler, bu
hâdisede de bir garîplik görmezler. Allah ve Resûlüne inananlar, mu'cizelere de
inanırlar.
Sevgili Peygamberimizin, Mescid-i Harâm ile Mescid-i Aksâ
arasındaki seyâhatleri, geceleyin vukû' bulduğu için, “gece
yolculuğu yaptırılması” ma'nâsında bu olaya "İsrâ"
denilmiş, bu mübârek kelime, aynı olayı anlatan âyetle başlayan "İsrâ" sûresinin
de adı olmuştur.
“Mi'râc” ise,
sözlük ma’nâsı itibârıyla “merdiven” ve “yükseğe
çıkmak” gibi ma'nâlara gelmekle beraber, esâs i’tibârıyla,
Resûl-i Ekrem Efendimizin, “varlık ufuklarının üstüne, yüce makâmlara
yükselmesi” demektir.
Nitekim Resûlullah Efendimiz, “Mi'râc hadîsleri”nde “yükseğe
çıkarıldım” buyurduklarından, bu hâdise “Mi'râc
Hâdisesi” diye anılmıştır.
İslâm âlimleri buyuruyorlar ki: “Mi’râc, rûh ve ceset ile birlikte oldu.
Peygamberimizin Mekke'den Kudüs'e götürüldüğü, âyet-i kerîme ile [İsrâ, 1]
sâbit olduğundan, Mi’râcın bu kısmına inanmayan kâfir olur. Göklere, bilinmeyen
yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur.”
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Mi’râc’da
Cennet’i, Cehennem’i, sayısız şeyleri görüp, Kürsî, Arş ve Rûh âlemlerini de
geçerek, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, mekânsız, zamânsız,
cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı da gördü. Hiçbir mahlûkun
bilemeyeceği, anlayamayacağı ni’metlere kavuşup bir anda, Kudüs'e ve oradan da
Mekke-i Mükerreme’ye geldi.
Mi’râc gecesini tâât u ibâdâtla, meselâ tevbe-istiğfâr etmekle,
kazâ namazları kılmakla, Kur’ân-ı kerîm ve kıymetli ilmihâl kitaplarını
okumakla, tesbîhâtla, salevât-ı şerîfe getirmekle, duâ, münâcât, tazarru’ ve niyâzla…
gündüzünü de oruçla geçirmelidir.