25/08/2025 Pazartesi Köşe yazarı R.A
Malazgirt Meydân Muhârebesi
Bu muhârebe, dînî, millî, siyâsî ve askerî netîceleri bakımından,
Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biridir.
Yarın, 26 Ağustos 1071 târihinde, Doğu Anadolu’muzun
Malazgirt Ovası’nda Büyük Selçûklu Devleti Sultânı Muhammed Alparslan’ın 40.000
kişilik kuvveti ile Bizans İmparatoru Romen Diojen’in 200.000 kişilik kuvveti
arasında meydâna gelen, Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biri
olan Malazgirt Meydân Muhârebesinin; Türklere Anadolu’nun kapılarını
açan, son derece önemli Selçûklu-Bizans Savaşının bir sene-i devriyyesidir.
Bu muhârebe, dînî, millî, siyâsî ve askerî netîceleri
bakımından, Türk-İslâm târihinin en büyük zaferlerinden biridir. Malazgirt
Zaferinden sonra, sâdece 15 yıl içinde (1086’da) bütün Anadolu, Türkler
tarafından ele geçirildi. Bu zaferle Anadolu’nun tapusu, Türklerin eline geçti.
Bu bakımdan, Malazgirt Zaferi, Türk ve dünyâ târihinde çok mühim bir dönüm
noktası olmuştur.
Selçûklu Türkleri, Malazgirt Meydân Muhârebesinden
daha yıllar önce, Allahü teâlânın dînini yaymak için Anadolu içlerine gazâ
akınları tertîb etmişlerdi. Bu akınlarda, Anadolu’nun, Türklerin yerleşmesine
müsâit coğrafî husûsiyet ve zenginliklere sâhip olduğu tespît edilmişti.
Şimdi birazcık, târihin en büyük meydân
muhârebelerinden biri olan Malazgirt Meydân Muhârebesinin öncesinde ve
sonrasında meydâna gelen bazı hâdiselerden bahsetmeye çalışalım:
Bizans İmparatoru Romen Diojen, 13
Mart 1071’de İstanbul’dan 200.000’den ziyâde Frank, Norman, Slav,
Gürcü, Abaza, Ermeni ve Rumeli’de yaşayan İslâm dînini kabûl
etmemiş Peçenek ve Uz Türkleri’nden de ücretli asker alarak
Anadolu’ya geçti.
Diojen, doğuya doğru hareketinden önce verdiği
nutukta, azmini şöyle belirtiyordu: “Doğu hudûdlarımızda büyük bir
İslâm tehlikesi belirmiştir. Bu tehlikeyi büyümeden ortadan
kaldırmalıyız. Bizzât ben, ordunun başında; bu tehlikeyi kesin olarak
kaldırmaya gidiyorum.”
İmparator, sâdece Anadolu’yu elinde bulundurmak ve
Türkleri yok etmekle kalmayıp, bütün İslâm ülkelerini de almak istiyordu.
Horasân, Rey, Sûriye, Irâk-ı Acem ve Irâk-ı Arap vâlîliklerini, komutanlarına
vermeyi tasarlamış ve hattâ vâdetmişti. İstîlâ edeceği İslâm
ülkelerindeki câmilerin yerine kiliseler açmayı ve bu sûretle İslâm dînini
ortadan kaldırmayı da kafasına koymuştu.
Sultân Alparslan, Bağdâd’daki
Abbâsî Halîfesine, düşmânla dövüşeceğini bildirdi; o da kendisine bir âlim
gönderdi.
Büyük Sultân, savaş başlamadan evvel, bütün Müslümân
orduların yaptıkları gibi, Halîfe El-Kâim (1031-1075)’in gönderdiği
İbnü’l-Mahlebân’ı, değerli komutanlarından Sav Tigin’le birlikte Diojen’e elçi
olarak gönderdi.
Sultân Alparslan’ın heyeti, 25 Ağustos 1071 sabâhı,
Bizans ordugâhında hafîfe alınıp, hakârete uğradı. Hattâ
Diojen, heyet başkanına:
“Kışlamak için İsfehân mı, yoksa Hemedân mı daha iyi?” diye
sordu.
Müslümânların Heyet Başkanı da, Diojen’e;
“Atlarınızın Hemedân’da kışlayacaklarından ben de
emînim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum” diyerek
gereken karşılığı verdi.
Diojen, Müslümânların sulh teklîfini
şiddetle reddedip; “Sultânınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh
müzâkerelerini Rey’de yapacağım, ordumu İsfehân’da kışlatıp, atlarımı da
Hemedân’da sulayacağım” dedi. (Konuya, yarın devam edelim
inşallah)