Tövbe-i nasûh...

21/09/2022 Çarşamba Köşe yazarı H.Y

Tövbe-i nasûh, kulun geçmişte işlediği günaha pişman olması ve bundan sonra da o günaha dönmemeye kati olarak karar vermesidir...

 

Hata ve günahlarına tövbe eden kimse, önce cenâb-ı Hakkın emrini gözetip, tövbeyi cenâb-ı Hakkın kitabında bildirdiği gibi yapması gerekir. Allahü teâlâ, Tahrîm sûresi sekizinci âyet-i kerîmede meâlen; (Ey îmân edenler! Günahlarınızdan, Allahü teâlâya tövbe-i nasûh ile [ölünceye kadar bir daha günah işlememek üzere, nefsine nasihat veren tövbe ediciler gibi] tövbe edin!) buyurmaktadır.

Rivâyet edildi ki, âyet-i kerîmede bildirilen tövbe-i nasûh, kulun geçmişte işlediği günaha pişman olması ve bundan sonra da o günaha dönmemeye kati olarak karar vermesidir. Nasûh’un yaptığı tövbe gibi tövbe etmelidir...

İmâm Ebû Bekr Surbânî’nin “radıyallahü anh” tefsîrinde yazıyor ki: “Bu Nasûh, yol kesicilikten tövbe etmiş bir kimse idi. Tövbe edip herkesin hakkını geri verdi. Herbirini hoşnut etti. Hiç malı kalmadı. Biri gelip hakkını istedi üzerindeki peştamalı çıkardı. Orada bir akarsu vardı. O akarsuyun içine oturdu. Peştamalı o kimseye verdi. Allahü teâlâ bize bildirdi ki; Tövbeyi, Nasûh’un yaptığı gibi yapınız. Ve her alacaklınızı mümkün olduğu kadar hoşnut ediniz. Geriye kalanı, ben kendi hazinelerimden hoşnut ederim.”

Her makama göre ayrı ayrı tövbe etmek lüzumunu çok iyi bilmelidir. Âsi olanın işlediği günaha tövbe etmesi lâzımdır. İtaat edenin, bu hâlini üstün ve iyi görmekten tövbe etmesi gerekir. Ayrıca, Kur’ân-ı kerîm okuyanların ucbundan (kendini beğenmekten), âlimin hasedden, doğru yolda olanın, bu hâlini kendinden bilmekten ve bütün insanların her husûsta benlik his ve düşüncelerinden tövbe etmesi lüzumu hiç unutulmamalıdır. Âzâları ile günah işleyip, sonra tövbe etmek, gözü, kulağı, dili muhafaza etmek zor değildir. Fakat böyle olmakla beraber, tövbe edenlerin derecesine kavuşmak da kolay olmamaktadır. Zira tövbe edenin, hiçbir nefesini zayi etmemesi gerekir. Kendi gönül kıblesini, kötü işlerine bakmaya yöneltip “Ne yaptım? Söylediğim ne oldu?” gibi düşüncelerle ve insaf gözüyle hareket etmelidir. “Efendisine hizmette kusurlu olana mükâfat verilir mi? Azâbı ve cezası nasıl olur?” diye düşünüp, Cehennem azâbına düşmekten korkması gerekir. Bunları düşündükçe, nedamet ateşi gönlünde yükselip, gönlü yana ve gözleri yaşlar döke ve dili feryâd ede! Vücûdu eriye, gözünü gerekmeyeni görmekten, kulağını gerekmeyeni işitmekten, dilini söylememesi gerekeni söylemekten muhafaza ede. Kötü arkadaşı terk ede. Gidilmemesi gereken yerlere gitmekten, alınmaması gerekeni almaktan sakına. Bütün âzâlarını, kulluk bağı ile bağlı kıla. Hoşnut edebileceği her hasmını hoşnud ede. Tam hasret ve nedametle ve kalbinde tam bir korku ile devamlı, acaba benim bu hatâ ve zulümlerim affolur mu, yoksa affolmaz mı? Bana ne muâmele yaparlar? Af mı ederler, yoksa azâb mı ederler? diye düşüne. Bir nefesini korkuyla, diğer nefesini ümidle geçire. Gece-gündüz Allahü teâlânın işiyle meşgûl ola. Her vakitte dilini Allahü teâlânın zikri ile ıslata...