Yârimi benim katıma getirin

Yârimi benim katıma getirin

Bir yahudi olan Ebu Lülü, Mugire tebni Şubenin kölesi idi. Efendisini Hazret-i Ömer’e gelip şikayet etti. Efendim benden haddimden fazla harc ister, dedi. Hazret-i Ömer buyurdu ki, ne miktar ister. Dedi ki; her gün iki dirhem, ister. Hazret-i Ömer buyurdu ki, ne sanat bilirsin. Bir kaçını saydı. Hazret-i Ömer, bu sanatlar ile bu kadar harc çok değildir. Sonra, işittim ki, sen yel değirmeni yaparmışsın. Benim için de bir yel değirmeni yapsan buyurdu. Dedi ki, senin için bir yel değirmeni yapayım ki, doğuda ve batıda onu söyleyeler. Hazret-i Ömer mecliste olanlara buyurdu ki, bu kâfir beni katletmek istediğini söylüyor. Eğer böyle demek istiyor ise, onu ortadan kalkması için emredin, dediler. Buyurdu ki, katlden evvel kısas olmaz.

Ebu Lülü, Hazret-i Ömer’i katl için fırsatı gözetti. Zilhiccenin yirmiüçüncü günü sabah namazını eda ederken, fırsat bulup, altı yerinden yaraladı. Başkalarını da yaraladı. Beni Esed kabilesinden bir er Ebu Lülü melununun başına bir ok atıp, yıktı. Biri de öldürdü. Hazret-i Ömer bu ahvali gördü. Abdurrahman bin Avf hazretlerine emretti. O imamlık yaptı. Sonra Sahabe-i güzini toplayıp, buyurdu ki, siz mi Ebu Lülü’ye benim katlimi emrettiniz. Hepsi, hâşâ bizim haberimiz yoktur diye yemin ettiler. Hazret-i Ömer dedi ki, Elhamdülillah ki, ben bu ümmetin, katlettiği kimse olmadım. Bir yahudinin elinde şehit olurum. Diri iken ve ölü iken hilafetin benim üzerimde olmasını istemem. Aşere-i mübeşşereden altı serveri, hilafete layık görüyorum. Bunlardan birini seçin. 

O altı serverin biri Osman bin Affan ve biri Aliyyül mürteda ve biri Talha ve biri Zübeyr ve biri Sad bin Ebi Vakkas ve biri Abdurrahman bin Avf idi. Said bin Zeyd hazretleri hayatta idi. Lakin Hazret-i Ömer onu müşavereye dahil etmemişti. Zira amcası oğlu idi. 

Sahabeden birini Hazret-i Âişe’nin huzuruna gönderdi ki, izin verir ise, biz de Resulullahın ravda-i mutahheralarına girelim ve O Servere iltica edelim. Hazret-i Âişe bu haberi işitince ağladı. Ah, kıymetli Ömer, atamın yadigârı da gidiyor. O yeri ben kendim için saklardım. Ama ona hibe ettim. Hazret-i Ömer’e söyleyin ki, Resulullah ve babamın yanına varınca, benim selamımı onlara söylesin. Ve desin ki, bu ayrılığım ne zamana kadar olacak. Hazret-i Ömer bu haberi işitince, oğlu Abdullaha dedi ki, benim cenaze namazını kıldıktan sonra, Âişe-i Sıddıkanın huzuruna geri varıp, izin isteyesin. Evvelce benden utanıp, izin vermiş olabilir ve pişman olmuş olabilir. Onun rızası ile defn olayım. 

Hazret-i Ömer şehadet kelimesini getirip, vefat etti. Ondan sonra yıkayıp namazını kıldılar. Oğlu Abdullah, Hazret-i Âişe validemize gitti. İzin istedi. Hazret-i Âişe ağladı. Dedi ki, ey Ömer, adaleti hayatında da, ölünce de elinden bırakmadın. O yeri sana feda ettim. 

Ondan sonra mübarek cenazesini, Ravda-i mutahhera kapısına getirdiler. Biri ileri varıp, Esselamü aleyke ya Resulallah! Ömer’i getirdik. Eğer destur var ise, ravda içine defn edelim, dedi. Cümle Sahabe-i güzin, Resulullahın, (Yârimi benim katıma getirin) diye mübarek sesini işittiler. Ravdanın kapısı açıldı. Hazret-i Ebu Bekir’in sol yanında hazırlanmış yere koydular. (M. Ç. Güzin)