13/05/2025 Salı Köşe yazarı R.A
Vakfın kısa târihçesi...
Vakıfların çok eski bir târihi olup, Peygamber
Efendimizden önceki Peygamberlerin zamanlarında da vakıflar kurulmuştur.
Vakıf müessesesinin târihi çok
eskilere dayanır. İslâm'dan önce Arabistân'da bilinen en eski vakıf, Mekke-i
mükerreme'deki Kâbe-i şerîfe'dir. Kâbe, yeryüzünde ilk ma’bed olarak kabûl
edilir ve yapının temelleri Hazret-i Âdem'e kadar dayandırılır. Bugünkü Kâbe
şeklinin, Hazret-i İbrâhîm Peygamber ve oğlu Hazret-i İsmâîl (aleyhime’s-selâm)
tarafından inşâ edildiği, Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir. (el-Bakara,
125; Âl-i Imrân, 96-97; el-Mâide, 97; el-Hac, 26)
Vakıfların çok eski bir târihi
olup, Peygamber Efendimizden önceki Peygamberlerin zamanlarında da vakıflar
kurulmuştur. Önce dînî gâyelere dayalı
olarak kurulan vakıflar, zamanla sosyal gâyelerle de kurulmaya başlanmıştır.
İslâmiyetin gelmesiyle hakîki
hüviyetine kavuşan vakıf müesseseleri, Müslümânları hayra, yardıma ve iyilik
yapmaya teşvik eden âyet-i kerîmeler, vakıfla alâkalı hadîs-i şerîfler, icmâ-i
ümmet ve Sahâbe-i kirâmın tatbîkâtı esâslarına göre kurulmuştur.
İslâmiyette ilk vakıf,
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm tarafından Hicret’in 3. senesinde Medîne-i
münevverede kuruldu. Peygamber
Efendimiz, kendi mülkü olan yedi hurmalığı, Müslümânlığı koruma maksadıyla
vakfetti.
Hazret-i Âişe'den (radıyallahü anhâ) (ö. 57 / 676) nakledildiğine göre, Allah'ın
Resûlü Medine'deki yedi parça mülkünü vakfetmiştir.
Nadıroğuları'ndan hicrî 2. senede
vefât eden Muhayrîk (radıyallahü anh) isimli bir şahıs, şöyle bir
vasiyette bulunmuştu:
"Ben ölünce, tüm mallarım
Allah Resûlüne, elçisine âit olsun, O dilediği yere sarf etsin."
İslâm'da ilk vakfın bu olduğu kabûl
edilir. (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 196;
Ahmed b. Hanbel, Müsned I, 45)
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) de (ö. 23 / 643), çok
sevdiği bir arâzîsini vakfedişini şöyle anlatır:
"Allah'ın Resûlüne; Hayber
topraklarının taksîmi sonucunda, ömrümde sâhip olmadığım güzel ve değerli bir
arâzî bana isâbet etti, bu konuda ne buyuruyorsunuz? dedim.”
Hazret-i Peygamber
(aleyhis-selâm) da “İstersen malın mülkiyetini elinde tut, semere ve
gelirini ise yoksullara tasadduk et" buyurdu.
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh),
arâzîsini; satılmamak, bağışlanmamak ve mîrâsla da başkasına geçmemek
üzere; yoksullara, yakın hısımlara, miskînlere, yolda kalmışlara,
Allah yolunda savaşanlara ve âzâtlık anlaşması yapan kölelere vakfetti.
Mütevellînin de, örfe göre bundan
yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir vakıfnâme düzenleyerek kızı
Hafsa'ya (radıyallahü anhâ) (ö. 41 / 244), sonra da nesline teslîm ve
vasiyet etti. (Buhârî, Vesâyâ, 22, 28, Eymân, 33; Müslim, Vasiyye, 15, 16).
Büyük âlim Seyyid İbn-i Âbidîn
(rahmetullahi aleyh) diyor ki:
Vakıf, dünyâda, insanlara ihsân
(iyilik) ve ikrâm etmek, âhirette de sevâb kazanmak gâyesiyle kurulur.
Binâenaleyh vakıf, bir “ibâdet” değil,
bir “kurbet”tir. Yâni sevâb kazanmak niyeti ile yapılan
mubâh bir iştir.
Bunu biraz daha
açacak olursak, insanlar ibâdet olarak vakıf yapmaya mecbûr
değildirler; kendi gönül rızâlarıyla, nâfile bir hayır olarak yaparlar.