17/07/2024 Çarşamba Köşe yazarı A.U
“Aradığınız zât benim...”
Zengî Atâ hazretlerinin kabr-i şerîfi, Semerkant’ın “Zengî Atâ” köyündedir. O
devirde dört arkadaş, ilim tahsîli için Buhâra'ya geldiler. Zâhirî ilimleri
bitirince bir “mürşid-i kâmil” bulmak için düştüler yollara.
 
Biri, “Seyyid Atâ" idi.
 
Semerkant'tan geçerken bir “ihtiyar” görüp, ona; “Biz,
bir mürşit arıyoruz” dediler.
 
Meğer o ihtiyar, “Zengî Atâ" nâmında bir evliyâ
zât imiş.
 
Onlara buyurdu ki:
 
“Aradığınız benim.”
 
Gençler “peki” dediler.
 
Onların üçü inanırken, “Seyyid Atâ" îtibâr etmedi
bu zâta.
 
Kalbinden dedi ki: "Ben seyyidim, ilmim
de var. Bu ihtiyar mı beni irşâd edecek?"
 
Böyle dedi ve öylesine yapıyordu vazîfelerini.
 
Öbürleriyse severek, inanarak yapıyor ve her gün
ilerliyorlardı.
 
O ise ilerleyemiyordu.
 
Hatâsını anlayınca, koştu bu zâtın annesine.
 
"Anber Anaya”...
 
Hâlini anlatıp, sordu ki:
 
“Ne olacak benim hâlim?”
 
Anber Ana;
 
“Bu gece bir keçeye sarılıp dergâhın eşiğine yat!” dedi.
 
O da girdi bir keçe içine.
 
Uzandı kapının eşiğine.
 
Zengî Atâ, abdest için dışarı çıkarken Seyyid Atâ,
sarılıp öptü ayağını.
 
Büyük velî sordu:
 
“Kimsin sen?”
 
O arz etti ki: “Seyyid Atâ'yım, himmetinize
muhtâcım.”
 
Tutup kaldırdı onu yerden.
 
Acıyarak baktı bir kere.
 
Ve çıkardı onu tasavvufta
zirvelere...