24/08/2025 Pazar Köşe yazarı V.T
“Yâ Rabbî! Onlara da hidâyet nasip eyle...”
"Ehl-i sünnet i’tikâdından ayrılarak sapık bir yol tutanlar, gün
geçtikçe çoğalmaktadır."
İbn-i Circîs hazretleri evliyânın büyüklerinden
ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin
talebelerindendir. İsmi, Seyyid Dâvûd bin Süleymân’dır. 1222 (m. 1807)
senesinde Bağdat’ta doğdu. 1299 (m. 1882) senesinde orada vefât etti. İlim
öğrenmek için, Şam, Musul ve başka yerlere gitti. Mekke-i mükerremede on sene
kadar kaldı. Bağdat’ta, zamanın en büyük evliyâsı olan Mevlana Hâlid-i Bağdadî
hazretlerine talebe oldu. Evliyâlık yolunda çok yüksek derecelere kavuştu. Kıymetli
eserler te’lîf etti. En meşhur eseri olan “Minhat-ül-vehbiyye” kitabından bazı
kısımlar:
Ehl-i sünnet i’tikâdından ve hak mezheblerden
ayrılarak sapık bir yol tutanlar, gün geçtikçe çoğalmaktadır. Bu sapıklar,
Muhammed aleyhisselâmın ümmetine müşrik diyorlar. Bu mübârek ümmeti öldürmeli,
mallarını almalı diyorlar. Bunlar böylece, felâkete sürükleniyorlar.
Allahü teâlânın yardımı ile, bu sapıkları, şu küçük
kitabımla reddetmeye, yazılarının, sözlerinin ve itikâdlarının bozukluğunu
isbât etmeye kalkıştım. Bu sapıklar, peygamberleri ve sâlih kullardan evliyâyı
vâsıta yaparak, onları şefaatçi kılarak, Allahü teâlâdan dilekte bulunmaya ve
Allahü teâlânın kerâmet olarak onlara verdiği kuvvet ile sıkıntıdan
kurtarmalarını istemeye ve Allahü teâlânın bir dileğe kavuşturması veyâ bir
sıkıntıdan kurtarması için, mezarlarına gidip, onlardan şefaat istemeye
inanmıyorlar. Onlara göre, insan ölüp toprak olunca, işitmez, görmez. Kabir
hayâtı diye bir şey yoktur derler. Dünyâda bir şeye kavuşmak için, diriler
sebep yapıldığı gibi, ölülerin de, bir şeye kavuşmak için sebep yapılmasına bir
türlü inanmazlar. Bunlar eğer, ölülerin kabir hayatı denilen bir hayat ile diri
olduklarına, bu hayatlarından dolayı bildiklerine, işittiklerine, gördüklerine,
kendilerini ziyâret edenleri tanıdıklarına, selâm verenlere karşılık selâm
verdiklerine, birbirlerini ziyâret ettiklerine, kabirde nimet veya
azap içinde olduklarına, nimet ile azâbın rûh ile bedene birlikte
olduğuna, tanıdıkları dirilerin yaptıkları işlerin kendilerine bildirildiğine,
iyi işler öğrenince, Allahü teâlâya hamd edip, birbirlerine müjde verdiklerine
ve işi yapana duâ ettiklerine, kötü işleri öğrenince, bunları yapanlara duâ
ederek;
“Yâ Rabbî! Bunlara iyi işler yapmak
nasip et! Bize yaptığın gibi, onlara da hidâyet nasip eyle”
dediklerine inansalardı, böyle inkâr etmezlerdi.