Dünya imtihan yeridir

25/06/2019 Salı Köşe yazarı R.A

Kur'ân-ı kerîmde buyuruldu ki: "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O'dur…"

 

Bilindiği gibi, bu dünya bir imtihan yeridir. Bu imtihânda muvaffak olmak için, İslâmiyetin emrettiği gibi inanmak ve farz kılınan ibâdetleri yapmak, yasaklanan şeylerden kaçınmak lâzım ve şarttır.

Yüce Rabbimiz Kur'ân-ı kerîmde, Mülk sûre-i celîlesinin 2. âyet-i kerîmesinde: "Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O'dur…" buyurmuştur.

Hakîkatte, bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’inde, Zâriyât sûresinin 56. âyet-i celîlesinde meâlen: “Ben, cinnîleri ve insanları, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” buyurmuştur.

Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Ey Resûlüm!) De ki: Duânız [îmânınız, ibâdetiniz, kulluk ve yalvarmanız] olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkârcılar! Resûl'ün size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için, azâp yakanızı bırakmayacaktır!" [Furkân, 77]

“İbâdet”, özet olarak söylemek gerekirse, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı da, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan kaçınmaktadır.

Bir Müslümân, Allahü teâlânın harâm, yasak ettiği şeylerden, O yasakladığı için kaçınca ve emrettiği şeyleri, O emrettiği için yapınca ibâdet yapmış, kulluk vazîfesini yerine getirmiş olur. İbâdet görevini yerine getirebilmek de şüphesiz ki, Allahü teâlânın nelerden râzı olduğunu bilmeye bağlıdır.

İbâdetleri yapmayanlara, âhirette çok acı azâplar yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmin pekçok yerinde tekrâr tekrâr bildirilmektedir. Bunun böylece bildirilmesi, aslında Cenâb-ı Hakk’ın bir ihsânı, O’nun şefkat ve merhametini ifâde eden bir durumdur.

Bildiğimiz gibi, İslâmiyetin farz kıldığı ibâdetlerin faydası, aslında insanlara yâni o ibâdetleri yapan fertlere, âilelere ve cemiyetleredir. Yoksa Allahü teâlâ, insanların ibâdetlerine muhtaç değildir. Müslümân namaz kılmakla, oruç tutmakla, diğer ibâdetlerini yapmakla, hem Allah’a karşı kulluk vazîfesini yapmış, hem de kalbini her türlü kötülüklerden temizlemiş olur. Çünkü namaz ve oruç, insanları rûhen yükseltir ve kötülüklerden alıkoyar.

Aynı şekilde, Allah’ın emrettiği gibi malının zekâtını vermek ve muhtaçlara yardım etmekle de hem Allah’a karşı kulluk, hem de insanlara karşı insanî vazîfe yapılmış olur.

Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh) buyurmuştur ki:

“Muhammed aleyhisselâma verilmiş olan dîn, geçmiş dînlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. Hak olan, doğru olan bu dînin bildirdiği her iş, geçmiş dînlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş alınmıştır. Ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmaktadır… Geçmiş ümmetlerin ve mukarreb meleklerin ibâdetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri bu dînde emredildi. Bunun için, bu dîni tasdîk etmek, inanmak ve bu dînin emirlerine uymak, geçmiş bütün dînleri tasdîk etmek ve hepsine uymak olur.”