Bir işe iki kişi

Bir işe iki kişi

Her zaman iki işi bir kişiye, bir işi de iki kişiye asla vermemelidir. Böylece işler hep düzenli yürür. Çünkü, iki iş, bir kişiye verildiği zaman bu iki işten biri daima bozuk ve kusurlu olur.

Bir kişi bu işten birine gereğince gayret gösterirse, öteki işte bozukluk ve kusur meydana gelir. Eğer öteki işe gereğince gayret, ihtimam gösterirse, bu defa bu işte mutlaka bozukluk meydana gelir.
İki işi olan her kişinin daima iki işi de bozukluk içinde olur. Bunun gibi, ne zaman ki, iki kişiye bir iş verilir, bu ona, o buna atar. Neticede o iş daima yapılmamış olur. Hele iki âmir hiç olmaz. Kur’an-ı kerimde iki ilah olursa, yerin göğün nizamının bozulacağı bildirilmektedir. (Enbiya 22)

Denir ki:
İki hanımlı ev süpürülmez kalır,
İki reisli olan ev viran olur.

Her iki kişi şöyle düşünür: “Eğer ben bu işte gereğince zahmet çekip işe baksam, idareciler, bunun benim liyakat, maharet, ihtimam ve gayretim ile olmadığını zannederler.”

Öteki ise şöyle düşünür: “Niçin boşuna zahmet çekeyim. Bu işte çektiğim her zahmet, gösterdiğim ciddiyet minnetsiz, methedilmeksizin kalır. Âmir, zahmeti onun çekmiş olduğunu zanneder.”

İki kişiye bırakılan iş, baştan başa bozuk olur. “Niçin bu işe iyi bakmadınız?” diye sorulursa, mesuliyeti birbirlerinin üzerine atarlar. “Hayır, bunda benim kusurum yok. Ben elimi bile dokunmadım” der ve suçu diğerinin üzerine atar. Esas suç ikisine bir iş verenindir.

İki kişiye bir iş, bir kişiye de iki iş vermek uygun olmadığı gibi, işe ehli olmayanı, inançsız ve itikadı bozuk kimseleri de almak asla doğru değildir.

Sultan Alp Aslan bir gün vezirine der ki:
- Sen bana niçin düşmanlık yapıyor ve saltanatıma göz dikiyorsun?
Bu sözü işiten vezir yere kapanıp der ki:
- Ey efendimiz, bu ne sözdür? Ben bir bendeyim. Efendimize karşı ne kusur işlemişim?
- Senin kâtibin Bâtıni değil mi?
- Efendim o kim oluyor? Ateş olsa cirmi kadar yer yakar, zehir olsa, veremez bir zarar?
- Gidin, o kâtibi getirin.

Hemen gidip kâtibi getirirler. Sultan sorar:
- Sen bâtınisin, Bağdat halifesi hak değildir diyorsun, öyle değil mi?
Kâtip der ki:
- Hayır ben bâtıni değil, rafiziyim.
- Sanki rafizilik bâtınilikten üstün mü de bunu kalkan yapıyorsun? Suç bu adamın değildir. Suç, bunu işe alanındır.

Sultan, rafiziyim diyen bâtıniyi gönderdikten sonra, at kılından yapılmış bir kilim çıkarır, bir parça kıl çeker, Vezire der ki:
- Bunu kopar!
Vezir alıp koparır. 5 kıl verir, onu da koparır. 20 kılı büküp der ki:
- Bunu kopar!
Vezir koparamaz.
Sultan der ki:
- İşte düşman da tıpkı bunun gibidir: Bir, iki, beş olursa başa çıkmak kolay olur; fakat çoğalıp birbirine sırt verdikleri zaman, onlar yerlerinden kaldırılamaz. Bunlar böyle tek tek aramıza girip, memuriyetleri ellerine geçirdikleri zaman, kısa bir sürede Irak'a bir isyan zuhur eder ve Deylemiler memlekete hücum ederler, bunlar da gizli-açık onlarla bir olurlar. Bizleri helak etmeye çalışırlar. Onun için hizmetçileriniz de yabancı olmamalıdır! Padişaha muhalif olanları kendine yaklaşmaya yol verirsen, bu iş, hem kendine, hem de padişaha karşı ihanet olur. Herhangi bir sultanın muhalifleri ile dostluk kuran, padişahın düşmanlarının safına geçmiş sayılır. Hırsızlarla düşüp kalkan da, onların safına girmiş demektir.

İyi davranışlı vezir, padişahı şöhret sahibi ve dünyaca tanınmış yapar.
Bunun için iyi yardımcılar, idareye daima iyi kimseleri almışlardır. Bid’at ehli, bozuk itikatlı, namaz kılmayan kimseleri almamışlardır.

Âmir, kötü, hain, zalim ve hırsız olursa, bütün elemanlar da öyle olur, hatta daha kötü olur.
Her zaman hasetçiler bulunacağı için sır sayılabilecek işler gizli tutulmalıdır.

Padişahlar daima öyle bir yol tutmuşlar ve öyle hayat sürmüşlerdir ki, sırlarını hiç kimse, hatta hanımları da bilmezdi.

Kıssa olarak bildirilen âyet-i kerimelerden ibret, ders almak lazımdır.
Neml suresinin (Hazret-i Süleyman, “Kuşlar arasında hüdhüdü görmüyorum, kayıplara mı karıştı” dedi) mealindeki 20. Âyet-i kerimesi sultanlara, memleketleri hususunda uyanık ve dikkatli olmalarına, halkın işlerini iyi yürütmelerine, tebasından en büyük mertebede olanların durumlarını araştırdığı gibi, en küçüklerinin de hallerini sorup öğrenmesine, büyük-küçük hepsinin varlık ve yokluğundan haberdar olması gerektiğine işaret etmektedir.

Nitekim Hazret-i Süleyman, en küçük kuş olan hüdhüdün durumunu araştırmış, onun izinsiz azıcık ortadan kaybolması kendisine gizli kalmamıştır. (Ruh-ul-Beyan)

Âmir olan da, her elemanı ile ilgilenmelidir!