05/08/2024 Pazartesi Köşe yazarı A.U
“Kırk altının” var ya…
Evliyanın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretleri
zamanında bir Müslüman, bu büyük velinin ismini işitti.
 
Merak edip görmek istedi. Ve bir gün huzuruna gidip;
 
“Efendim, sizi duydum, ama ziyarete gelmekte biraz geciktim; kusuruma
bakmayın” dedi.
 
Mübarek zat da;
 
“Ama biz, öyle kolay kolay özür kabul etmeyiz. Bize ‘altın’ vermen lazım” buyurdu.
 
Şaka yapmıştı.
 
Adam şaşırdı!
 
Anlamadı şaka olduğunu.
 
Dedi ki:
 
“Benim altınım yok ki.”
 
Büyük veli;
 
“Evinde sakladığın ‘kırk altın’ var ya, o altınları getirirsen özrünü kabul
ederiz” buyurdu.
 
Adam ister istemez;
 
“Peki efendim” dedi.
 
Ve döndü memleketine.
 
Gerçekten de ziraat yapmak için evinde sakladığı "kırk altını” vardı
adamın.
 
Onları alıp acele geldi.
 
Ve takdim etti altınları.
 
Büyük veli, o kırk altından sadece "bir tane" aldı.
 
Gerisini iade edip;
 
“Bunlarla ziraat yaparsın” buyurdu.
 
Sonra o bir altını, o kişiye gösterip;
 
“Bu altın, sana haramdan gelmiş. Haramda bereket olmaz” buyurdu.
 
Ertesi gün oldu...
 
Ona sordular ki;
 
“Sahi sen o altını nereden almıştın?”
 
“Kumardan kazanmıştım” dedi.