Şeb-i arûs, düğün gecesi
18/12/2025 Perşembe Köşe yazarı O.Ü
Sual: Mevlâna hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?
Cevap: Ehl-i
sünnet âlimleri, İslam bilgilerinin kaynağının, insan aklı, insanın düşüncesi
olmadığını, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler olduğunu bildirmişlerdir.
Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak,
Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.
Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın
kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının
tecellisidir, akıl ile alakası yoktur. Tesavvuf ehli, Allahın tecellisini
kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha
dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlâna Celâleddîn-i
Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir.
Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlâna
hazretleri; “Bâzâ, bâzâ, her ançe hestî bâzâ” yani
“Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecusilerden,
puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir.
Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. (Bu sözler, 13. asırda
yaşamış, Baba Efdal Kâşî'ye de nisbet edilmektedir.)
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak
lazımdır. İslamiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına
alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine
göre vücut hareketleri yaparak, 'Mevlevî ayinleri' gibi ayinler
oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile
dönen semazenler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten
aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan
bu ayinler, İslamiyetin bir emri zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef
İslam dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde
bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslamiyet olarak tanıtıyorlar.
Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların
zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu!..


