29/10/2025 Çarşamba Köşe yazarı V.T
Rüzgâr olmasaydı, dünya kötü kokardı!..
"Sâlihler olmasaydı, yeryüzündekiler fesada uğrardı... Ahmaklar
olmasaydı, dünyâ harâb olurdu!”
Hasen bin Ahmed Semerkandî hazretleri hadîs âlimidir.
409 (m. 1018) yılında Türkistan’da Semerkand’da doğdu. Buradaki âlimlerden ilim
öğrenip hadîs-i şerîf dinledi. Hadîs-i şerîf dinlemek ve ezberlemek için Buhârâ
ve Belh’e de gitti. 491 (m. 1098) senesinde Semerkand’da vefât etti. “Cüz’ün
fihi mine’l-ebdali mine’l-ümmet” adlı eserinin bazı bölümlerinde şöyle
yazmaktadır:
Ebü’z-Zinâd buyurdu ki: “Arzın direkleri mesabesinde
(derecesinde) olan Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer
Peygamberler gidince, Allahü teâlâ Muhammed’in (aleyhisselâm) ümmetinden kırk
kişiyi onların yerine getirir. Bunlara ebdâl denir. Onlardan birisi vefât
ederse, Allahü teâlâ yerine başka birini yaratır ve onun yerine getirir. Onlar
yeryüzünün direkleridir. Onlardan otuzunun kalbi yakîn üzere bulunur. Onlar,
namazlarının, oruçlarının, huşû’larının, yaşayış ve ahlâk güzelliklerinin
çokluğu ile üstün olmazlar. Onlar vera’larının doğruluğu, niyetlerinin,
“güzelliği, kalblerinin Allahü teâlâdan başkasının ilgisinden kurtulması, hilmi
ve zillete düşmeden, tevâzu ile Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri bütün
Müslümanlara nasihat etmek sûretiyle diğer insanlardan üstündürler. Hattâ,
onlar hiçbir şeye lanet etmezler. Hiçbir kimseye eziyet etmezler. Kendilerinden
aşağıda olan kimselere karşı kibir göstermezler. Onları hakîr görmezler.
Kendilerinden yüksekte olan hiçbir kimseye hased etmezler. Dünyâyı
sevmezler.”
Süfyân bin Hüseyn; Hasen-i Basrî’nin şöyle dediğini
nakletti: “Eğer Ebdâl olmasaydı, yeryüzünde bulunanlar batar, helak olurdu.
Sâlihler olmasaydı, yeryüzündekiler fesada uğrardı. Ulemâ olmasaydı, insanlar
hayvanlar gibi olurdu. Sultan olmasaydı, insanlar birbirini yerdi. Rüzgâr
olmasaydı, dünyâ kokardı. Ahmaklar olmasaydı, dünyâ harâb olurdu.”
Ebû Abdullah Antâkî şöyle anlatır:
“İbrâhim (aleyhisselâm) bir gün yolda yürürken havada oturan bir kişiyi gördü.
Ona 'Ey Allahın kulu! Bu mertebeye nasıl eriştin?' diye sordu. O da cevap
olarak, 'Basit bir şeyle bu mertebeye kavuştum. Beni ilgilendirmeyen şeyi terk
ettim. Bana lâzım olan şeye yapıştım. Onun için, duâ ettiğim zaman Allahü teâlâ
duâmı kabûl buyurdu. İstediğimi bana verdi. Onun adını vererek yemîn ettiğim
zaman, yemînimi yerine getirdi' dedi."