“Asr-ı saâdet”ten günümüze...
16/09/2025 Salı Köşe yazarı R.A
Peygamberimizin çalışmalarıyla, Cenâb-ı Hakk’ın da
lutfuyla, “Câhiliye dönemi” gitmiş, bir “Asr-ı
saâdet” meydâna gelmiştir...
Allahü teâlânın merhameti,
ihsânı, ni’metleri o kadar çoktur ki, sonsuzdur.
Kullarına çok acıdığı için, onların dünyâda râhat, huzûr içinde,
kardeşçe yaşamaları, âhirette de sonsuz saâdete, bitmez-tükenmez
ni’metlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve
sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine, “Cebrâîl” aleyhisselâm
ismindeki melek vasıtasıyla bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap (yüz suhuf
ve dört kitap) da göndermiştir.
Bu kitaplardan yalnız Kur’ân-ı kerîm
bozulmamış, diğerlerinin hepsi, maalesef kötü kimseler tarafından
değiştirilmiştir.
Dînli olsun-dînsiz olsun,
inansın-inanmasın, herhangi bir kimse bilerek veya bilmeyerek, Kur’ân-ı
kerîmdeki ahkâma yani emir ve yasaklara uyduğu kadar dünyâda râhat ve huzûr
içinde yaşar.
Bu, faydalı bir ilâcı kullanan
herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Şimdi, dînsiz, îmânsız birçok
kimsenin ve Müslüman olmayan, hattâ İslâm düşmanı olan bazı milletlerin birçok
işlerinde muvaffak olmaları, râhat, huzûr içinde yaşamaları; inanmadıkları,
bilmedikleri hâlde, Kur’ân-ı kerîmin ahkâmına uygun olarak çalıştıkları
içindir.
Fakat Müslüman olduklarını
söyleyen, âdet olarak ibâdetleri yapan çok kimsenin ise, sefâlet,
sıkıntılar içinde yaşamalarının sebebi de, Kur’ân-ı kerîmin gösterdiği ahkâma
ve güzel ahlâka uymamalarıdır.
Âhirette sonsuz saâdete
kavuşabilmek için ise, önce
Kur’ân-ı kerîme îmân etmek, inanmak ve bilerek, niyet ederek İslâmiyete uymak
lâzımdır.
Târihte "Câhiliye
Devri" denilen bir dönem vardır. Bu dönemde, Arabistan
Yarımadasında, insanlar putlara tapıyor, fıçılarla içki içiyor,
sabâhlara kadar kumar oynuyorlardı.
Yine o devirde, kuvvetli olan haklı sayılıyor, ahlâk-nâmûs
mefhûmu kâle alınmıyor, kadınlar bir ticâret eşyâsı gibi alınıp-satılıyor, kız
çocukları diri-diri toprağa gömülüyorlardı.
Bütün Asya, Afrika ve Avrupa’da
da durum bundan farksızdı.
Elbette bunlardan rahatsız olan,
memnûn olmayan akl-ı selîm sâhibi insanlar -az da olsa- mevcuttu ve bunlar
Cenâb-ı Hakk’a tazarru ve niyâzda bulunuyor, bu karanlık gecenin bitmesi için
yalvarıyorlardı.
İnsanlara merhamet buyuran Allahü
teâlâ, muhtelif asırlarda ve çeşitli coğrafî bölgelerde yaşayan insanlara
birçok Peygamber gönderdiği gibi, son Nebî ve Resûl olan Hazret-i
Muhammed'i (sallallahü aleyhi ve sellem) de bütün âlemlere Peygamber
olarak vazîfelendirmiştir.
O, bu vazîfeyi alınca, insanları
küfür, dalâlet, cehâlet, ahlâksızlık, vahşet ve zulmetten kurtarıp îmân,
hidâyet, ilim, irfân, ahlâk, fazîlet, nûr, aydınlık, insanlık, adâlet,
hakkâniyet ve insan haklarına kavuşturmak için canla-başla
çalışmıştır.
Bunun için gece-gündüz hiç
durmadan, Allah'ın gönderdiği en son ve en mükemmel dîn olan “İslâm
Dîni”ni beşeriyete teblîğ etmiştir.
Nasipli olan kimseler, önceleri
birer-ikişer, üçer-beşer, sonraları ise grup-grup İslâmiyete yönelmişler, ona
dört elle sarılmışlar, bu husûsta mallarını, canlarını, âilelerini ve
çoluk-çocuklarını dahî fedâ edecek hâle gelmişlerdir.
Peygamberimizin çalışmalarıyla, Cenâb-ı
Hakk’ın da lutfuyla, “Câhiliye dönemi” gitmiş, bir “Asr-ı
saâdet” meydâna gelmiştir.
