Saadete ve rahata kavuşmak...
11/11/2025 Salı Köşe yazarı R.A
İnsanın dünyâda ve âhırette mes’ûd olması için,
Müslümân olması lâzımdır. Dünyâda mes’ûd olmak, râhat
yaşamak demektir. Âhırette mes’ûd olmak ise, Cennete
gitmek demektir.
Bilindiği üzere, dünyâda iyi ve
faydalı şeyler; kötü ve zararlı şeylerle karışık şekilde bulunmaktadır.
Saâdete, rahat ve huzûra kavuşmak için, hep iyi, faydalı şeyleri yapmak
lâzımdır. Allahü teâlâ, kullarına çok merhametli olduğu için, onlarda iyi
şeyleri kötülerden ayıran bir kuvvet yaratmıştır. Bu kuvvete “Akıl” denmektedir.
Akl-ı selîm (temiz ve sağlam olan akıl), bu işini çok iyi yapar, hiç yanılmaz.
Günâh işlemek, nefse uymak, aklı ve kalbi hasta yapar; bu durumda akıl, iyiyi
kötüden ayıramaz hâle düşer.
“Akıl”: İdrâk kuvveti, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden,
faydalıyı zararlıdan ayırmaya yarayan bir kuvvettir.
Peygamber Efendimiz, 2 hadîs-i
şerifinde buyurmuştur ki: “...Akıl, sâhibini iyiliğe götürür,
kötülükten alıkoyar. Kişinin aklı olgunlaşmadıkça, dîni doğru ve îmânı kâmil
(olgun) olmaz.” (İhyâu Ulûmid-dîn)
“Sizin akılca en üstününüz,
Allah'tan en çok korkanınızdır. En iyiniz, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına
riâyet edeninizdir.” (İhyâ)
Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı
Rabbânî: “Akıl göz gibidir, dîn bilgileri ışık gibidir. Akıl, yalnız
başına dîn bilgilerini, faydalı ve zararlı şeyleri anlayamaz. Bunun
için Allahü teâlâ, Peygamberleri ile râzı olduğu, beğendiği yol olan
İslâmiyet'i bildirdi. Aklın eksikliği, Peygamberlerin gönderilmesiyle
tamamlandı” buyurmuştur.
Allahü teâlâ merhamet ederek, bu
işi kendisi yapmış; iyi işleri, Peygamberleri vâsıtasıyla bildirmiş ve bunları
yapmayı emretmiştir. Zararlı şeyleri de bildirip, bunları yapmayı yasak
etmiştir. Bu emir ve yasaklara “Dîn” denilir.
Son Peygamber Muhammed
aleyhisselâmın bildirdiği dîne, “İslâmiyyet” denir. “İslâm”, sözlük
manâsı itibarıyla, “boyun bükerek teslîm olmak” anlamına
geliyorsa da, bir ıstılâh (terim, tabîr) olarak, “Allahü
teâlânın, Peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirdiği emirleri ve
yasakları” demektir.
Demek ki mukaddes dînimiz “İslâmiyet”, Allahü
teâlânın, “Cebrâîl” ismindeki melek vâsıtasıyla, “sevgili
Peygamberi Muhammed” (aleyhisselâm)a gönderdiği, insanların dünyâda
ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve
yasaklardır.
Hulefâ-i râşidînin 2.si
olan Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) buyurmuştur ki:
“İzzet (şeref, itibâr, üstünlük)
İslâm'dadır. İslâmiyet'in ahkâmına (hükümlerine) uyan azîz olur. Bu hükümleri
beğenmeyip, izzeti, huzûru, saâdeti, başka şeylerde arayan zelîl olur.”
İnsanın dünyâda ve âhırette
mes’ûd olması için, Müslümân olması lâzımdır. Dünyâda
mes’ûd olmak, râhat yaşamak demektir. Âhırette mes’ûd olmak
ise, Cennete gitmek demektir.
Allahü teâlâ, kullarına çok
acıdığı için, mes’ûd olma yollarını, Peygamberleri vâsıtası ile kullarına
bildirmiştir. Çünkü insanlar, bu
saâdet yolunu, sırf kendi akılları ile bulamazlar.
Dârul-fünûn müderrislerinden
(eski İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyelerinden) Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi
aleyh) de buyurmuştur ki:
“Bütün üstünlükler,
faydalı şeyler, İslâmiyet'in içindedir. Eski dînlerin görünür görünmez
bütün iyilikleri, İslâmiyette toplanmıştır. Bütün saâdetler,
muvaffakiyetler ondadır.”


