Ehl-i Beyti sevmek...

27/09/2020 Pazar Köşe yazarı S.K

“Oğlum, evlad-ı Resûl’e muhabbet etmek, onları sevmek, son nefeste imanla gitmeye sebep olur. Bunu şimdi daha iyi anladım.”

 

Ehl-i beyt, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın bütün aile fertlerine denir. Mübarek hanımları, kızı Hazret-i Fâtıma ile Hazret-i Ali ve bunların evlatları olan Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin, onların çocukları ve kıyamete kadar gelecek torunlarının hepsine de Ehl-i beyt denir. Hatta Peygamberimizin mübarek soyuna bağlı olduğu Haşimoğullarına da Ehl-i beyt denir. Eshab-ı kiramdan Selmân-ı Fârisî de Ehl-i beytten sayıldı. Fakat özellikle Ehl-i beyt denilince, Hazret-i Ali, Hazret-i Fâtıma ve mübarek iki oğlu Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin anlaşılır (radıyallahü teâlâ anhüm).

Resûlullah Efendimizin soyu, Hazret-i Fâtıma’dan devam etti. Hazret-i Hasan’ın çocuklarına ve torunlarına Şerîf, Hazret-i Hüseyin’in nesline de Seyyid denir. Sevgili Peygamberimizin “sallallahu aleyhi ve sellem” temiz ve mübarek kanını taşıyan Seyyidler ve Şerifler, çeşitli ülkelerde yaşamaktadır. Her biri güzel ahlak numunesi olup, yurdumuzda da sayıları pek çoktur. Onlarda, Resûlullah Efendimizin (aleyhisselam) zerreleri vardır. Onları sevmek, kıymet vermek, saygı göstermek, hizmet etmek her Müslümanın vazifesidir ve çok kıymetlidir.

Âlimlerin önderi, tasavvuf bilgilerinin mütehassısı İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh), buyurdu ki: “Babam zâhir ve bâtın ilimlerinde yani kalp ilimlerinde çok âlim idi. Her zaman Ehl-i beyti sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. Bu sevgi, insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder, derdi.”

Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, (Ehl-i beytin, kusurları, hataları olsa da, bunları sevmek lazımdır. Bunları sevmek, kalp ile, beden ile ve mal ile yardım yapmakla olup, bunlara riayet ve hürmet etmek, iman ile ölmeye sebep olur) buyurdu.

İslam âlimlerinden bir zat vaaz veriyormuş. Vaaz verirken, arada bir ayağa kalkıyor, sonra yine oturuyormuş. Sormuşlar, “Efendim, arada bir niçin böyle oturup kalkıyorsunuz” diye. Buyurmuş ki: “Tâ uzakta seyyid çocuklar oyun oynuyorlar. Bazen bizim önümüzden geçiyorlar, önümüzden geçerken onlara hürmeten ayağa kalkıyorum.”

Osmanlılar, Sevgili Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mübarek soyundan gelenlere son derece hürmet ve muhabbet göstermiş; rahat ve huzur içinde yaşamaları için lâzım gelen her hizmeti yapmışlar, bunun için görevliler tayin etmişlerdi. Bu görevlilere Nakîbü’l-eşrâf  denirdi. Nakîbül-eşrâflar, evlad-ı resûl denilen bu kıymetli insanlar arasından seçilirdi. 

Sultan II. Abdülhamid, nakibü’l-eşrâflara Yıldız Sarayı civarında bir konak tahsis etmişti.

Osmanlılar zamanında Suriye’nin Humus şehrinde Seyyidlerin mahkemesi vardı. Seyyid olmayanların seyyidlik iddiasında bulunmalarını engellemek ve gerçek seyyidleri tesbit için, bir seyyidin çocuğu dünyaya gelince, hemen iki şahitle götürüp o mahkemeye kaydettirirlerdi. Mustafa Reşit Paşa sadrazam olunca, o mahkemeyi kaldırdı.