Medeni insan nasıl olur? Avrupalılar müslümanlardan daha medeni midir?

Allah çalışana verir

CEVAP
Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve çalışkandır. Önce din terbiyesi almış, fen bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü özü doğrudur. Âmirlerine itaat eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle uyar. İbadetlerini asla terk etmez. Çocuklarının imanlı, ahlaklı yetişmelerine çok önem verir. Onları kötü arkadaşlardan, zararlı yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve dünya vazifelerini bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi yarına bırakmak şöyle dursun, yarın yapılacak bir işi bugün yapar. Ecdadımızın bu meziyetlerine sahip olursak, maddi ve manevi yükselir, her işimizde muvaffak olur, Rabbimizin rızasını kazanırız. 

Batı ve Medeniyet
Batılılar böyle midir? İmanları, ahlakları şüphesiz böyle değildir. Hele İkinci Cihan Harbinden sonra, sayıları artan sapık fikirli, adi ruhlu insanlar başkalarını da bozmaktadırlar. Fakat yukarıda yazdığımız gibi olmaya ve sapık fikirlileri terbiye etmeye çalışmaktadırlar. Zahiri temizliklerine gelince, İslam dininin emrettiği temizliği tatbik ediyorlar. Bazı sokaklarda tek çöp parçası yoktur. Parklar bir çiçek deryası halindedir. Her taraf, her dükkan, herkes ve görünüşleri tertemizdir.

Şimdi İslam dininin bize emrettiği şeylere bakalım. Bunlar bize ahlakımızı, bedenimizi ve kullandığımız şeyleri temizlemeyi emrediyor. O halde demek oluyor ki, hakiki medeniyet esasları bizim dinimizde bulunmaktadır ve Orta Çağdaki İslam medeniyeti ancak bu sayede meydana gelmiştir. 

Şimdi milletimiz ne yapıyor? İslamiyet iyi bilinmediği için, unutturulduğu için, her şeyden önce tembeldir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına pek önem vermez. Zevke düşkündür. Çabuk yorulur. Adam sendecidir. Bir bina yapar, tamirine üşenir. Az çalışıp çok kazanmak ister. Bir işe başladıktan biraz sonra gevşer. Bulgarlar "İşe Türk gibi başla, Bulgar gibi bitir!" derler. Ülkemizdeki, dedelerimizden kalma, muazzam sanat eserleri bakımsızlık ve tamirsizlikten dolayı harap olmaktadır. 

Önce, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru imanın ne olduğunu öğrenelim. Sonra, bu öğrendiğimize uygun olarak inanalım. İmanı bozuk olan, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşamaz. Onun rahmetinden, yardımından mahrum kalır. Rahatı, huzuru bulamaz.

İmanımızı düzelttikten sonra, ahlakımızı da düzeltmek, İslamiyet’e sımsıkı sarılmak yani Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin emirlerine ve yasaklarına uymak, kalblerimizi temizleyerek, nefslerimizi ve sıhhatimizi ıslah etmek gerekir. Böyle yapanların kalbi, hep iyilik yapmak ister. Kötülük yapmak hatırına bile gelmez. 

Ruh ve kalb temiz ve beden kuvvetli olunca, el ele vererek kardeşçe ve son derece dürüst olarak çalışmak kolay olur. Din düşmanlarının, münafıkların ve mezhepsizlerin sözlerine, propagandalarına aldanmamalıdır. Eğer böyle hakiki müslüman olur ve faydalı işler yaparsak, Kur'an-ı kerimin Tin suresinde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teâlâ bizden razı olur, bize yardım eder. Eğer imanımızı düzeltmez ve Muhammed aleyhisselamın dinine uymaz ve hayırlı iş görmez, sapık, bozuk inanışlar uğruna dövüşür veya kendi şahsi menfaatlerimiz için gayrı meşru yollara saparsak, Allahü teâlâ bizi aşağıların aşağısı yapar. 

Allah çalışana verir 
İslam ilimleri iki kısımdır: Birincisi Din bilgileri, ikincisi Fen bilgileridir. İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir. Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her müslümana gerekir. Yani Farz-ı ayndır. Fen bilgilerinden gerekenleri yalnız bu işte meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları gerekir. Yani Farz-ı kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler. Medeni olur. 

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: 
(Ahiret nimetlerini isteyene o nimetleri, dünya nimetlerini isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]

İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve ahiret nimetlerine kavuşmak için, çalışanlara dilediklerini vereceğini vâdediyor. Müslüman olsun, olmasın, beğendiği gibi çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasilerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten, fen ve sanat üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri çöktü.

Din bilgisi, iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Bu üçünden biri noksan olursa, din bilgisi, tamam olmaz. Noksan olan şeyin faydası olmaz.

Eski Romalılarda, Yunanlılarda ve Avrupa’daki, Asya’daki devletlerde fen bilgisi vardı. Fakat din bilgisi noksandı. Bunun için, fen ve teknikte nail oldukları nimetleri kötü yerlerde kullandılar. Bir kısım sanat eserlerini zevklerde, fuhuşlarda kullandılar. Bir kısmı da teknik vasıtalarını, insanlara zulüm, işkence yapmakta kullandı. Medeni olmaları şöyle dursun, parçalandılar, yıkıldılar, yok oldular.

Yine her sahada ileri olamaz mıyız? 
Sual:
 Müslümanlar ortaçağda medeniyette çok ileri gitmişler. Bunun sebebi İslamiyet’i yaşamaları olmuş. Şimdi de müslümanlar dinimizin emirlerine uysalar, yine her sahada ileri olamaz mıyız?
CEVAP
Elbette oluruz. İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim içerse, yani tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de faydasını görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür.

Hakiki müslüman olmak demek, yalnız âdete tâbi olarak ibadet etmek değil, İslam’ın emrettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini yaparak, ruhen de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi zeka eseri sayan, insanları aldatan, hatta bazen muzır propagandalara aldanarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse, müslüman olduğunu söylese de, hakiki müslüman değildir. 

Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde (Furkan) suresinde, bir müslümanın nasıl olması icap ettiğini beyan buyurmuştur. Bunu tefsir etmek için Ehl-i sünnet âlimleri ziyadesi ile kitap yazmışlardır. 

Fakat biz, kendimizi hâlâ fena huylardan kurtaramıyor, Kur'an-ı kerimde bildirildiği gibi çalışmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz. Halbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emreden, ne yapmamız gerektiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın kelamı (Kur'an-ı kerim) ve Peygamber efendimizin emirleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları vardır.

En üstün din
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurmaktadır:
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, 
[sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]

Ve Allahü teâlâ vâd ediyor:
(Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.) [Âl-i imran 144]

Burada şükretmek demek, dinimizin istediği gibi, tam müslüman olmak demektir. Allahü teâlânın verdiği nimetleri, Onun emrine uygun olarak kullanmak demektir. Bugün dünyada bir milyardan ziyade müslüman olduğu bildirilmiştir Yani, dünyada her 4 kişiden biri müslümandır. Eğer bu müslümanlar, Allahü teâlânın emrettiği gibi, ruhen ve bedenen tertemiz insanlar olur, birbirlerine kardeşçe bağlanır, çalışır, her sahada ilerlemeye başlarsa, Allahü teâlâ da, onlara mükafatını verecek, o zaman müslümanlar, tıpkı ortaçağda olduğu gibi, medeniyetin en önüne geçeceklerdir. Allahü teâlâ, bize bunu vaat ediyor. Allahü teâlâ, hiçbir zaman vâdinden dönmez.

İslam Ahlakı
Bugün, bütün hristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna bozuk dinlerinin icablarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği ve hristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hristiyan yapmak için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri gönderiyorlar.

O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal]

En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir.

Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahıret saadeti elde edilir. Kıyamet günü, ana-baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çarptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmiyenler, dünya ve ahıret felaketine maruz kalacaklardır. Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere.