Vehhâbîlik dini ve İslamiyet

Vehhâbîlik dini ve İslamiyet

Sual: Selefî olduğunu söyleyen bir genç, (Tasavvuf dini, İslamiyet’ten ayrı bir dindir. Evliya olarak millete anlatılan kimselerin hepsi, şeytanın evliyasıdır. Şeytanın evliyası olan bir tarikatçı, bir sofi, kâfir Firavun’un imanla öldüğünü söylüyor. Tasavvuf dinine mensup olan herkes kâfirdir) diyor. Bu Selefîler, hangi dine, hangi mezhebe mensuptur? Tarikatçılar, Firavun’a Müslüman mı diyorlar?
CEVAP
Bu suale bir seferde cevap verilirse çok uzar. Dört yazıyla cevap vermeye çalışalım.

Selefîlik, Vehhâbîlik dininin kamufle adıdır. Selefî denilen kimselerin, (Selef-i sâlihîn) denilen büyük zatlarla hiçbir alakası yoktur, hepsi Vehhâbî’dir. Selefîler, dört hak mezhepten birinde değildir, yani mezhepsiz kimselerdir. Vehhâbî dinine mensup olanların kâfir oldukları, Nimet-i İslam, Hülasat-ül-kelam fi beyani umerail beledil-haram, Firreddi alel-Vehhabiyye, Ed-Dürer-üs-seniyye, Şevahid-ül-hak, Mirat-ül-haremeyn, Tarih-i Vehhabiyan ve İslam Ahlakı gibi birçok muteber kitapta yazılıdır.

Farklı bir inanca sahip oldukları hâlde, kendilerine mezhepsiz denmesin diye, (Biz Muhammedîyiz) diyenler de, dört hak mezhebi kabul etmezler.

Şimdi suale dört başlık altında cevap verelim:
1- Dinde iş bölümü,
2- Tasavvuf nedir?
3- Vehhâbîlerin evliya düşmanlığı,
4- Firavun kâfir olarak ölmüştür.

1- Dinde iş bölümü:
Resulullah'ın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” irşad vazifesi, üç kısımdı: 1- Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, güç ve kuvvet kullanarak yaptırmaktı. Buna saltanat denir. 2- Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğretmekti. 3- Kalbleri temizleyerek güzel ahlakı yaymaktı. Buna, ihsan dendi. Hulefa-i Raşidin, bu üç vazifeyi birlikte yaptı. Sonra gelen sultanlar, yalnız saltanat vazifesini yaptılar. Öğretmek vazifesi, mezhep imamlarına, ihsan vazifesi de tasavvuf büyüklerine verildi. (İzale-tül-hafa)

İmanı ve ahkâm-ı fıkhiyyeyi yani İslâmî hükümleri bildirme vazifesi, din imamlarına [müctehid zatlara] verildi. Bu müctehidlerden imanı bildirenlere mütekellim, fıkhı bildirenlere fakih denildi. Kur’an-ı azimüşşanın mânevî ahkâmına kavuşturma vazifesi de, tasavvuf büyüklerine verildi. Cüneyd-i Bağdâdî ve Sırri-yi Sekati gibi tasavvuf ehli zatlar bunlardandır. Ahkam-ı diniyyeyi kuvvet ile, saltanat ile yaptırmak işi, meliklere ve sultanlara verildi.

İmam-ı Şa’rânî hazretleri, buyuruyor ki: Fıkıh bilgilerinin mütehassısı ve fıkıh ilminin kurucusu olan İmam-ı a'zam Ebu Hanife, Abdülkadir-i Geylânî hazretleri gibi kerametlere sahip büyük bir veli idi. Fakat, kalb mârifetlerini yaymak, ruhları temizlemek vazifesini üzerine almayıp, bedenle yapılacak ibadetleri yani fıkıh bilgilerini yaymak vazifesini, üzerine almıştı. Yetiştirdiği müctehidler de böyleydi. (Mizan-ül kübra)

(Her yüz senede bir müceddid gelir) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, her yüz senede bir müceddid çıkıp, dini kuvvetlendirdi. Birinci yüzyılda, Ömer bin Abdülaziz, meliklerin zulümlerini kaldırıp, adaletin esaslarını kurdu. İkinci yüzyılda, İmam-ı Şâfiî, iman bilgilerini açıkladı ve fıkıh bilgilerini ayırdı. Üçüncü yüzyılda imam-ı Eş’arî, Ehl-i sünnet bilgilerini şekillendirdi ve bidat sahiplerini susturdu. Dördüncü asırda Hâkim, Beyhekî ve diğer muhaddisler, hadis ilminin temellerini kurdular. Beşinci asırda İmam-ı Gazâlî yeni bir çığır açıp, fıkıh, tasavvuf ve kelam bilgilerinin birbirlerinden ayrı şeyler olmadıklarını açıkladı. Altıncı asırda, İmam-ı Râzî, kelam bilgilerini, İmam-ı Nevevî de fıkıh bilgilerini yaydı. Onuncu asırda da İmam-ı Rabbânî hazretleri, bid’atleri temizledi, fıkıhla tasavvufu birleştirdi. Bunlar birer örnektir. Başka âlimler de bu vazifeleri yapmışlardır.

İmam-ı a’zam, imam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed de, Seyyid Abdülkadir Geylânî gibi büyük evliya zatlardı. Fakat âlimler kendi aralarında iş bölümü yapmışlardır. Yani her biri zamanında neyi bildirmek icap ettiyse onu bildirmişlerdir. İmam-ı a’zam zamanında fıkıh bilgisi unutuluyordu. Bunun için hep fıkıh üzerinde durdu. Tasavvuf hususunda pek konuşmadı. Yoksa Ebu Hanife nübüvvet ve vilayet yollarının kendisinde toplandığı, Cafer-i Sadık hazretlerinin huzurunda iki sene bulunup öyle feyz, nur ve varidat-ı ilahiyyeye kavuşmasını, (O iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu!) sözüyle bildirdi. Silsile-i aliyyenin en büyük halkasından olan Cafer-i Sadık’tan tasavvufu alıp, (Evliyalık makamı)’nın en son derecesine kavuşmuştur. Çünkü İmam-ı a’zam Ebu Hanife, Peygamber efendimizin vârisidir. Hadis-i şerifte, (Âlimler peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Vâris, her hususta veraset sahibi olduğundan, zâhirî ve bâtınî ilimlerde Peygamber efendimizin vârisi olmuş olur. O hâlde her iki ilimde de kemalde, yani zirvedeydi.

Vehhâbîler, sırf tasavvufu, yani evliyalığı, kerameti inkâr etmek için, (Ebu Hanife, “O iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu!” sözünü söylemedi) diyorlar. Bununla ilgili, Din kitaplarındaki vesikaları da inkâr ediyorlar. Mesela Mektubat-ı Rabbânî’nin ikinci cilt 61. Mektubunda, İmam-ı a’zam hazretlerinin bu sözü bildiriliyor. Âriflerin ışığı, velilerin önderi, İslam’ın bekçisi, Müslümanların baş tacı, müctehid ve İslam âlimlerinin gözbebeği olan ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi evliyanın en büyüklerinden olan bir zata değil de, Vehhâbî çömezlerine inanmak büyük ahmaklık olur.

2-Tasavvuf nedir?
İslâmî ilimlerin bir kolu olan tasavvuf, ahlâk ilmidir. Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır. En mükemmel, en kıymetli tasavvuf kitabı, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektubat’ıdır. Bu kitapta, tasavvuf ilminin fıkıh ilminden ayrı olmadığı ispat edilmektedir. İmam-ı Süyuti hazretlerinin (Cem’ul cevami)kitabında, İbni Mesud Abdürrahman ibni Yezid’den, o da Hazret-i Cabir’den “radıyallahü anhüm” rivayet ederek bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefaati ile, çok kimseler Cennete girer) buyuruldu. Burada sıla, birleştirici demektir. Tasavvufu, fıkıh bilgileriyle birleştirdiği için, bu isim İmam-ı Rabbânî hazretlerine verildi. Zamanın âlimleri, ona bu isimle hitap ettiler. Kendisi de, oğlu Muhammed Mâsum’a “kuddise sirruh” yazdığı bir mektupta, (Beni iki derya arasında sıla yapan Rabbime hamd ederim) demiştir.

İmam-ı Mâlik hazretleri buyurdu ki: Fıkıh öğrenmeyip, yalnız tasavvufla uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid’at ehli yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır. (Merec-ül-bahreyn)

İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri, ilim ve ictihadda çok yüksek dereceye sahip olduğu hâlde, gerçek imana kavuşmak için Bişr-i Hafi ve Zünnun-i Mısrî hazretleri gibi tasavvuf ehli evliya zatların sohbetinde bulundu.

İmam-ı a'zam hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra, (Bu iki yıl olmasaydı, Numan helak olurdu) yani (Gerçek imana kavuşamazdım) buyurmuştur.

Mezhepsizden veya Vehhâbî’den evliya olmaz. Çünkü dört mezhepten ayrılmak, İslamiyet'ten ayrılmak olur. Tasavvuf büyüklerinin hepsinin bir mezhebi vardı. Her biri, bir fıkıh âlimine bağlıydı. Mesela Cüneyd-i Bağdâdî, İmam-ı Süfyân-ı Sevrî’nin mezhebindeydi. Abdülkâdir-i Geylânî Hanbelî, Ebu Bekr-i Şiblî Mâlikî idi. İmam-ı Rabbânî ve Cerîrî Hanefî, Hâris-i Muhâsibî, Şâfiî idi "kaddesallahü teâlâ esrârehüm."

Bayezid-i Bistamî, Cüneyd-i Bağdâdî, Celaleddin-i Rumî ve Muhyiddin-i Arabî gibi evliya zatlar, diğer evliya zatlar gibi, bir mezhebe tâbi olmuşlardır.

Hazret-i Ömer vefat edince, oğlu Abdullah hazretleri, (İlmin onda dokuzu öldü) buyurdu. İşitenlerin buna şaşırdıklarını görünce de, (Fıkıh bilgilerini değil, Allah’ı tanımak ilmini söyledim) buyurdu. (Buhârî)

İmam-ı Gazâlî hazretlerinin tasavvufta mürşidi, Silsile-i aliyyenin büyüklerinden olan Ebu Ali Farmedi hazretleridir. Onun huzurunda kemale geldi. Zâhir ilimlerinde eşsiz âlim olduğu gibi, tasavvuf yani evliyalık ilimlerinde de mürşid oldu. Her iki ilimde, Peygamberimizin vârisi oldu. Nizamiye Üniversitesi’nde ders de verdi.

Muhammed Mâsum hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür: 1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak, 2- Tasavvuf büyüklerinin tanımaları. Birinci şekildeki imanda nefs azgınlığından vazgeçmemiştir, iman hakiki değil, mecâzidir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için, iman yok olmaktan korunmuştur. (Ya Rabbî, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi ve Nisa sûresinin (Ey iman sahipleri, iman edin!) mealindeki 136. âyet-i kerimesi hakiki imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Hakiki imana kavuşun!) mânâsındadır. (2/10)

Senaullah-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara sûresinin (Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyeti ve (Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz. Fakat âlimleri yok ederek ilmi geri alır) hadis-i şerifi, hakiki imanın ve bâtın ilminin geri alınmayacağını göstermektedir. (İrşad-üt-talibin)

Abdülgani Nablusî hazretleri buyuruyor ki:
İlmi bâtından habersiz olanlar, tasavvuf kitaplarını okuyunca, âriflerin sözlerini küfür ve sapıklık sanıyorlar. Anlamadıkları mârifet bilgilerine inanmayıp tasavvuf büyüklerine dil uzatıyorlar. Bâtın bilgilerine inanmayan dinimizin sırlarına inanmamış olur. Böyle kimse bid’at ehli ve sapıktır. (Hadika)

Sapık ise de genelde, çok geçmeden küfre girer. Tasavvuf düşmanlarının kâfir olmaları bu yüzdendir.

İşte tasavvuf ilmi, yani bâtın ilmi bu kadar kıymetlidir. Bu ilme ilm-i ledün de denir. Ledün ilmi, Allahü teâlânın ihsanıyla kalbe ilham edilen, ilahi sırlara ait bilgilerdir. Görünüşte, akla ve nakle zıt gelebilir. İlm-i ledün sahibi olanlar, olaylardaki gizli sırları ve hikmetleri bilir.

Kehf sûresinde geçen bir olay bâtıni ilimden, ilm-i ledünden bahsetmektedir. Ubey ibni Ka’b hazretleri bildiriyor ki: Resulullah efendimiz, bu olayı anlattıktan sonra, (Musa aleyhisselam eğer sabretseydi, çok ibretli olaylarla karşılaşacaktı) buyurdu. (Buhârî)

Musa aleyhisselam gibi büyük bir peygamber bile, Allah’ın emriyle, evliyadan bir zattan bâtın ilmini öğrenmek için gidiyor. Gayba ait böyle ilimleri Allahü teâlâ, herkese bildirmiyor, ilm-i bâtın sahiplerine bildiriyor. Bâtın ilmini bilenler tasavvuf ehlidir. Tasavvuf ehli olmayan bu ilimden mahrumdur. Tasavvufu inkâr eden hiç kimse, evliya olamaz. Onun için Vehhâbîden evliya olmaz. (İnkâr eden mahrum kalır) sözü meşhurdur.

Kur’an-ı kerimden tasavvuf ilmine üç örnek verelim:
1- Hazret-i Süleyman, “Sebe Melikesinin tahtını bana kim getirebilir?” dedi. İlmi ledün [ilmi bâtın, yani tasavvuf] sahibi olan vezir Asaf bin Berhiya ise, “Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm” dedi ve bir anda getirdi. (Neml 38-40)

2- Hazret-i Meryem peygamber değildi. Yiyecekleri, kerametle hep yanında hazır olurdu. (Meryem 24)

3- Eshab-ı kehf, yiyip içmeden, bir zarara uğramadan asırlarca uyudular. (Kehf 17, 18)

Evliyanın kerameti âyetle ve hadisle sabitken Vehhâbîler inkâr etmekten çekinmiyorlar.

3- Vehhâbîlerin evliya düşmanlığı
Vehhâbîler, vahdet-i vücud sahibi evliya zatlara kâfir dedikleri gibi, vahdet-i şühud sahibi evliyaya da kâfir demekten çekinmezler. En çok düşman oldukları Muhyiddin-i Arabî hazretleridir.

Tefsir, hadis, fıkıh, tarih, ahlak ve tıb hakkında üç yüzden fazla eseri olan İmam-ı Süyutî hazretleri, Tenbih-ul-gabi kitabında İbni Arabi’nin büyüklüğünü vesikalarla ispat etmektedir.

Müfti-yüs-Sekaleyn yani cinlere de fetva veren Şeyhülislam Ebüssüud efendi, İbni Arabi’ye dil uzatılamaz diye fetva vermiştir.

Fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvufta çok derin âlim olan Abdülganî Nablüsî hazretleri, İbni Arabi gibi büyük bir evliyaya dil uzatanın câhil ve gâfil olduğunu, bunların başında İbni Teymiyye’nin geldiğini bildirmektedir. (Hadîka)

Vehhâbîler, Mevlana Celaleddin-i Rumî, Bayezid-i Bistamî, Molla Câmî, Hallac-ı Mansur gibi evliya zatlara da düşmanlık yapıyorlar, sekr hâlinde söyledikleri sözlerinden dolayı onları tekfir ediyorlar. Hâlbuki sekr hâlinde söylenen sözlerden dolayı sorumlu olmazlar. Şuurlu sözlerinden sorumlu olurlar.

Vehhâbîler İbni Teymiyyecidir. İbni Teymiyye için Ehl-i sünnet âlimleri kâfir diyorlar. Şu linkte bilgi vardır:
İbni Teymiye

4- Firavun kâfir olarak ölmüştür
Ehl-i sünnet âlimleri, Firavun’un kâfir olarak öldüğünü bildiriyorlar. Günümüzdeki bazı cahil tarikatçıların, Firavun’un imanla öldüğünü söylemeleri, Vehhâbîlerin tasavvufa saldırmalarına sebep oluyor. Cahil tarikatçının suçunu, tasavvufa yüklemek, Müslümanın suçunu, İslamiyet’e yüklemek gibi yanlıştır. Hattâ Vehhâbîler, bu yanlış görüşleri kendileri çıkarıp, tasavvufu, Ehl-i sünneti suçlamaya çalışıyorlar. Hazret-i Mevlana’ya yaptıkları iftiralar az değildir.

Ruh, gargaraya gelince, yani âhiretteki yerini görmeye başlayınca, iman etmek fayda vermez. Daha önce iman etmesi gerekir. Bir âyet-i kerime meali:
(Ömrü kötülüklerle geçip de, hayattan ümit kesince, öleceği vakit, “Ben şimdi tevbe ettim” diyenlerin ve kâfir olarak ölenlerin tevbeleri makbul değildir.)
 [Nisa 18]

Firavun’la ilgili âyetlerden birkaçının meali:
(Firavun, denizde boğulurken, “İsrailoğulları’nın inandığından başka ilah olmadığına inandım, artık ben de Müslüman oldum” dedi. Ona, “Şimdi mi inandın, daha önce başkaldırmış ve bozgunculuk etmiştin” dendi.) [Yunus 90, 91]

(Bunların tutumu, Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin tutumu gibi ki, âyetlerimizi yalanladılar da, Allah, onları günahlarından dolayı yok etti. Allah’ın cezalandırması şiddetlidir.)[Âl-i İmran 11]

(Firavun, Kıyamet gününde milletine öncülük eder, onları Cehenneme götürür. Orası ne kötü yerdir.) [Hud 98]

(Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de, Firavun ailesini azabın en çetinine sokun denilecektir.) [Mümin46]

Ehl-i sünnet âlimleri, Firavun’un kâfir olarak öldüğünü bildirmişlerdir.

(Küfr-i inâdî), Ebu Cehl, Firavun, Nemrud ve Şeddad’ın küfrü gibi, dini, imanı bilerek, inanmamaktır. Bunlar cehennemliktir. (Miftah-ül-Cennet)

Peygamber efendimiz, Ebu Cehil’in kellesi getirilince, (Ey Allah’ın düşmanı, seni zelil eden Rabbime hamd olsun. Bu ümmetin Firavun’u da bu kişiydi) buyurdu. (İ. Ahmed)

Türbe yapmak caizdir

Vehhabiler diyor ki:
(Mezarlar üzerine türbe yapmak ve türbelerde namaz kılmak ve orada hizmet ve ibadet edenlere kandil yakmak ve ölülerin ruhlarına sadaka adamak, caiz değildir...

Devamını oku...

Mucizeyi kerameti yaratan Allah’tır

Mucizeyi de kerameti de yaratan Allahü teâlâdır. Bunu inkâr eden kâfir olur.
Mucize, peygamber olduğunu söyleyen kimsenin, doğru söylediğini bildiren şeydir...

Devamını oku...

Vehhabilerin dini, kitabı başka mı?

Vehhabiliği İngilizler kurdurmuştur. Dolayısıyla bunlar dinimizi İngilizlerden öğrendikleri için böyle yanlış veya maksatlı konuşmalarının sebebini iyi anlamak lazım. Şimdi bu hususu kısaca açıklayalım...

Devamını oku...

Mirac mucizesi

Mutezile fırkası, vehhabiler ve bazı bid’at ehli, Peygamber efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş, inkâr etmiştir...

Devamını oku...

Kur’an-ı kerim efsane değildir

Mutezile fırkası, vehhabiler ve bazı bid’at ehli, Peygamber efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş, inkâr etmiştir...

Devamını oku...

Hazret-i Nuh’un gemisi

Misyoner, Allahü teâlânın kudretine ve mucizeye, keramete inanmadığı için böyle saçmalıyor. Binlerce yıl önce ölmüş insanları Allahü teâlâ diriltmeyecek mi? Kemikleri diriltip insan yapan Allahü teâlâ, insanları 300 veya beş yüz sene uyutamaz mı? Allah’ın kudretinden şüphe edilir mi hiç?...

Devamını oku...

Şeytanın tasarrufuna inanıyorlar da

İnsanların üstünlerinin, yani Peygamberlerin, meleklerin üstünlerinden daha yüksek olduklarını, bu vehhabi kitabı da yazmakta, meleklerin tasarruf ve tesirlerine inanmakta, fakat Allahü teâlânın...

Devamını oku...

Veli, keramet, mürşid ne demektir

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat kitabının çeşitli mektuplarından alarak aşağıda bildirelim...

Devamını oku...

Vesile arayın

Etkisi kesin olan sebeplere yapışmak farzdır. Mesela, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için, dine uymak ve dua etmek emrolundu. Diğer sebepler ve tesirleri açıkça bildirilmediği için, bunlara uymak sünnet oldu...

Devamını oku...

Allahü teâlânın bu ümmete ikramı

Kerameti inkâr etmek, İslamiyet’ten haberi olmamayı ve çok cahil olmayı açıkça göstermektedir. Eshab-ı kiram hiç keramet göstermedi demek de, alçakça ve çok çirkin bir yalandır...

Devamını oku...

İsrailiyatçıların hezeyanı

Vehhabiler ve bazı mezhepsizler, evliyanın kerametine inanmadıkları için, bu menkıbeleri hangi âlim bildirirse bildirsin inanmıyorlar...

Devamını oku...

Mucize-Keramet-Firaset-İstidraç-Sihir

Harika, enbiyadan meydana gelirse mucize, evliyadan hasıl olursa keramet, müminlerde olursa firaset, fâsıklarda görülürse istidraç, kâfirlerde olana da sihir denir. Birer örnek verelim...

Devamını oku...

Firavun’un çürümeyen cesedi

Mucizeye, keramete inanmayan kimseler çoğalıyor. 19’culardan biri, (Mısırlılar, özel mumyacılık bilgisiyle Firavunların cesedini mumyalayarak korumuşlardır...

Devamını oku...

Evliya olmayan keramet göremez mi?

Evet yanlıştır.
Evliyanın kerameti, nice kimselerin gafletten uyanmasına, hidayete kavuşmasına vesile olmuştur...

Devamını oku...

Keramet sahibi olmak

Önce şunu bilmek gerekir. Sâlih kullarına, keramet, firaset ihsan eden, her şeyi bilen ve her şeyin en iyisini yapan Allahü teâlânın, hâşâ, yanlış bir şey yapabileceğini düşünmek çok tehlikelidir...

Devamını oku...

Bir zındıklık sitesi

Tarikat da, mezhep de yol demektir. Yolun doğrusu da, eğrisi de olur. Mezhepsizlik de, bir yoldur. O zaman şirk olmayan yol yok demektir...

Devamını oku...

Sebeplere yapışmak dinimizin emridir

Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Bir şeyi yaratmak için, başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahü teâlânın âdetidir...

Devamını oku...

Sebepler yaratıcı değildir

İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kendi kudretini sebepler altında gizledi. Kudret sahibi yalnız kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeplere yapışmayı emir buyurdu...

Devamını oku...

Hazret-i Süleyman hâşâ bilmiyor muydu?

Caiz olduğunu gösteren çeşitli âyet-i kerimeler vardır. Bunlardan biri Neml suresindeki 38. âyet-i kerimedir. Bu âyet-i kerime, Süleyman aleyhisselamın mealen, (Ey cemaatim! Onu kürsisi ile hanginiz getirirsiniz?)...

Devamını oku...

Resulullahın hakkı için

Allahü teâlâ, bazı kullarına, kendinde hak ihsan ettiğini Kur'an-ı kerimde bildirdi. (Müminlere yardım etmek, üzerimize hak oldu) buyurdu. (Rum 47) [Hadika]...

Devamını oku...

Yalnız Senden yardım isteriz

Hayır, şirk olmaz. İnsana yardım etme kuvvetini veren Allahü teâlâdır. Asıl, (Enbiya ve evliya yardım edemez) diyerek Allahü teâlânın kudretinden şüphe eden müşrik olur....

Devamını oku...

Allah’tan başkasına dua

Bu âyet-i kerimede yasak edilen dua, ilim dilinde kullanılan dua demektir. Yani tapınarak yapılan duadır. Bu dua, ancak Allahü teâlâya olur...

Devamını oku...

Sevene atılan kement

(Ölüler yardım etmez) sözü Vehhabi inanışıdır. Enbiya ve evliya ölü değildir. Hatta Allah yolunda ölen müminler bile ölü değildir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar Rablerinin yanında diridir, rızklandırılır.) [Al-i İmran 169]...

Devamını oku...

Hürmetine diye dua etmek

Hepsi de caizdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sözlerine kulak asılmayan nice kimseler görürsünüz ki, bunlar, bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ bu sevgili kullarının hatırı için, o şeyi hemen yaratır.) [Müslim]...

Devamını oku...

Aracı kullanmak

Hiçbir İslam âlimi, o şekilde dua etmenin şirk olduğunu bildirmemiş; aksine, caiz, hatta daha iyi olduğunu bildirmişlerdir. Abdülaziz-i Dehlevi hazretleri Fatiha suresinin tefsirinde buyuruyor ki...

Devamını oku...

Kabirden yardım istemek

Vefat eden evliya zat, yaşayandan daha çok feyz verir, daha çok yardım eder. Şehitler ölü olmadığı gibi, peygamberler ve evliya zatlar da ölü değildir...

Devamını oku...

Eşyalarla bereketlenmek

Çok yanlıştır. Bunlara saygı duymak lazımdır. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’ın şeâirini tazim etmek, kalblerin takvasındandır.) [Hac 32]...

Devamını oku...

Allah’tan başkasından yardım istemek

Hepsi caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek, Allahü teala dilemeden onun kendiliğinden fayda ve zarar verebileceğine inanmaktır...

Devamını oku...

Cenazeyi türbeye götürmek

Hayır, cenazelerin öyle büyük bir zatın kabr-i şerifinin yanına götürülerek bereketlenmesi büyük nimettir. Din büyüklerimiz, (Cenazeyi orada durdurup dua etmeli, bereketlenmeli ve buna mani olmamalı) buyuruyorlar...

Devamını oku...

Muska ve nazar boncuğu

Allahü teâlânın kudretinden şüphe ettikleri için şirk diyorlar. Yemeğe doyurma, ilaca şifa kuvvetini verdiği gibi, âyet okuyana şifa vermez mi? Diriye yardım ettiren Allahü teâlâ, ölüye yardım ettiremez mi?...

Devamını oku...

Vehhabilik son din mi ki

Burada da, Ehl-i sünnet olan müslümanlara iftira etmektedirler. Münafıklar için, kâfirler için, puta tapanlar yani müşrikler için gelmiş âyet-i kerimeleri güya delil göstererek kendileri gibi inanmayan müslümanlara müşrik, kâfir demektedirler...

Devamını oku...

Parçalanıp bölünmenin zararı

Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace]...

Devamını oku...

Mezhebin lüzumu

Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler...

Devamını oku...

Aynı yere giden dört yol

Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Dört mezhep, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler...

Devamını oku...

Allah’tan başkası için hayvan kesmek

Vehhabi Feth-ül mecid kitabında diyor ki:
(Allah’tan başkası için hayvan kesmek haramdır. Keserken, bu ümmetin münafıklarının yıldızlara yaklaşmak için yaptıkları gibi, Besmele ile kesse bile, mürted olurlar...

Devamını oku...

Vehhabiler Hristiyan gibi inanıyor

Hazret-i İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancı Hristiyanlığa sonradan sokulmuştur...

Devamını oku...

Yanlış düşünenlere cevaplar

İbni Kayyım, İbni Teymiye’nin talebesidir. Onun açıklaması ölçü olamaz. Çünkü hocasının mücessimeden olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyor. Dört mezhep imamı ne demiş? İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani ne demiş?...

Devamını oku...

İbni Teymiyeci âyetleri değiştiriyor

Vehhabi meali bile şöyle diyor: (Allah, gökten yere kadar her işi yönetir.) [Secde 5] İbni Teymiyeci, gökten yere kadar olanları idare etmeyi, gökten idare diye değiştiriyor...

Devamını oku...

Onun eşi benzeri olmaz

Feraid-ül fevaid kitabında diyor ki: 
Allahü teâlânın zâti sıfatları altıdır: 
1-
 Vücud: Ezelden ebede kadar vardır....

Devamını oku...

Müteşabih nasların keyfiyeti bilinmez

Müteşabih olan âyetlerden üçünün meali şöyledir: 
(Kıyamet günü bütün yeryüzü Allah’ın kabzasındadır [avcundadır]. Gökler Onun sağ eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin şirkinden yüce ve münezzehtir.) [Zümer 67]...

Devamını oku...

Allah mekandan münezzehtir

Bizi yere geçirecek, taş yağmuruna tutabilecek olan elbette Allahü teâlâdır. Ancak burada gökteki ifadesinden oradakinin Allah olduğunu söylemek yanlış olur...

Devamını oku...

Müteşabih âyetleri tevil etmek

Gencin Allah’ta değişiklik olmaz demesi doğrudur. Ama bu onun oturma görüşünün yanlış olduğunu gösterir. Hâşâ Allah Arşta oturuyorsa, onda değişiklik olmayacağına göre hep orada oturuyor demektir...

Devamını oku...

Arş da sonradan yaratıldı

Hristiyan taraftarı görünen Yahudiler, Hazret-i İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancını Hristiyanlığa sokmuşlardır...

Devamını oku...

Kur’anda yedi şey bildirilir

Abdülaziz bin Baz tarafından yazılan "Akidet-üs-sahiha" adlı kitap "Doğru İnanç" ismi verilerek Türkçeye tercüme edilerek her yere dağıtılmaktadır...

Devamını oku...

Tanrı Baba demek

Allahü teâlâ mekandan münezzehtir. Onun için (Allah her yerdedir) demek caiz olmaz. (Allahü teâlâ her yerde hazır ve nazırdır) ifadesi mecazdır...

Devamını oku...

Allahın eli ne demektir?

Asla göstermez. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onun benzeri hiçbir şey yoktur, O hiçbir şeye benzemez.) [Şura 11]...

Devamını oku...

Vehhabilerin tevil ettiği âyetler

Tevil edilmez, görünüşe göre mana verilir demeleri, vehhabilerin sapık görüşlerindendir. Tevil etmek zorunda kaldıkları âyet-i kerimelere birkaç örnek verelim...

Devamını oku...

Hacılara dağıtılan kitaplar

Allah gökte veya Arş’ta demek insana benzetmek olur. Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen, (O hiçbir şeye benzemez) buyuruluyor. (Şura 11)...

Devamını oku...

Mübarek geceler bid’at mi?

Cuma, bayram ve kandil günleri ve geceleri, Müslümanların mübarek gün ve geceleridir. Bu mübarek gün ve gecelere kıymet veren Allahü teâlâdır. Peygamberler de insandır...

Devamını oku...

Her şeyden önce doğru itikad

Din kitaplarında bildiriliyor ki:
1- İmam-ı a’zam ve imam-ı Şafii, Ehl-i kıble olana kâfir denilmez buyurdu. Bu söz, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir...

Devamını oku...

Vehhabinin Şirk kitabı

S. Ebediyye'de deniyor ki:
(Şah Veliyullah-ı Dehlevi'nin dördüncü oğlu Şah Abdülgani gençken vefat etti. Bunun oğlu Şah İsmail 1781'de Delhi’de doğdu...

Devamını oku...

Vehhabilerin bozuk yönleri

Aşağıdaki yazılarda önce vehhabilerin görüşleri yazılmış, sonra bunlara cevap verilmiştir.
1- Allah yarattıklarına benzemez...

Devamını oku...

“Tuhfet-ül ihvan” vehhabi kitabı

Kitabın tamamı dine aykırıdır.
Birincisi, âyet ve hadislere indî yorumlar yapmıştır. Muteber hiçbir İslam âliminden nakil yapmamıştır. Mezhepler üstü, yani mezhepsizce yazmıştır...

Devamını oku...

Yerli Vehhabiler

Âyet-i kerimelerin bir kısmı diğerlerini açıklar. Kur’an-ı kerimde mecaz vardır. Mesela, (Köye sor!) demek (Köylüye sor, köy halkına sor) demektir. (Ali, Veli’yi öldürdü) demek şirk olmaz...

Devamını oku...

Abdünnebi demek

Onların elinde her zaman bir şirk damgası vardır, önlerine gelene rastgele bu damgayı basarlar. Bir Müslümana kâfir demek çok yanlış ve tehlikelidir...

Devamını oku...

Ölülere yardım

Öyle diyen, dört mezhepten birinde değildir. O sözün hiç kıymeti yoktur. Muteber din kitaplarının hepsinde, (Ölü için yapılan hayır hasenatın, okunan Kur’anın, salevatların, tesbihlerin sevabları, edilen dualar ölüye ulaşır) deniyor...

Devamını oku...

Evliya zatlara saldırmak

Onların bu sıkıntıları, Allahü teâlâyı tanıyamayıp Onu, Hristiyanlar gibi, mücesseme fırkası gibi, bir cisim olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor...

Devamını oku...

Başkasına yardım

Elbette yapılır. Âyete ve hadise kendi kafamıza göre mâna vermek çok yanlış olur. Açıklamasıyla okunmazsa büyük yanlışlıklara sebep olur...

Devamını oku...

Vehhâbîlik dini ve İslamiyet

Bu suale bir seferde cevap verilirse çok uzar. Dört yazıyla cevap vermeye çalışalım.Selefîlik, Vehhâbîlik dininin kamufle adıdır. Selefî denilen kimselerin, (Selef-i sâlihîn) denilen büyük zatlarla hiçbir alakası yoktur, hepsi Vehhâbî’dir...

Devamını oku...

Vehhâbî’ye, Vehhâbî denir mi?

Vehhâbîliğin kurucusu İbni Abdülvehhab, yani Abdülvehhab’ın oğlu olduğu için, bu isme nispetle bunlara Vehhâbî ismini Ehl-i sünnet âlimleri koymuştur...

Devamını oku...