Peygamber Efendimizi methetmek...

17/10/2022 Pazartesi Köşe yazarı R.A

Cenâb-ı Hak, şüphesiz ki bütün insanlara sayılamayacak kadar çok nimet, iyilik vermiştir. Allahü teâlânın merhameti, ihsânı, nimetleri o kadar çoktur ki, bunu ancak “sonsuz” kelimesiyle ifâde edebiliriz. Bunların en büyüğü ve en kıymetlisi ise, Resûller ve Nebîler (aleyhimüsselâm) göndererek İslâmiyeti, ebedî saâdet yolunu göstermesidir.

Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada râhat, huzûr içinde, kardeşçe yaşamaları, âhirette de sonsuz saâdete, bitmez-tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lâzım olan iyilikleri ve sakınılması lâzım olan kötülükleri, Peygamberlerine bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap (yüz suhuf ve dört kitap) da göndermiştir. Bu kitaplardan yalnız Kur'ân-ı kerîm bozulmamıştır.

Allahü teâlânın feyizleri, nimetleri, ihsânları yani iyilikleri her an, insanların iyisine de, kötüsüne de, herkese gelmektedir. O, herkese mâl, evlâd, rızık, hidâyet, rüşd, selâmet ve daha nice iyiliği fark gözetmeksizin göndermektedir. Fark, bunları kabûlde, alabilmekte ve bazılarının da alamaması sûretiyle insanlardadır.

Peygamber Efendimizin yüksek ahlâkı, onun nümûne-i imtisâl (örnek şahsiyet) oluşu, ona itâatla Allah'a itâatın eş değerde olması, ona muhâlefetten sakınmanın ehemmiyeti, Allahü teâlâyı samîmî olarak sevmek için de Peygamber'e tâbi olmak lâzım geldiği konularında birçok âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve İslâm âlimlerinin sözleri mevcuttur.

Şunu kesinlikle ifade edebiliriz ki, tarih boyunca, hayâtı doğduğu andan itibâren, en ince teferruâtıyla ortaya konulan zât, şüphesiz ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen, kâinâtın baş tâcı Sevgili Peygamberimizdir.

Burada onu, bütün teferruâtıyla anlatmak elbette ki mümkün değildir. İşin zor bir tarafı daha vardır. Kendisinden bahsedeceğimiz zât, alelâde bir insan değil, çok müstesnâ bir şahsiyettir. Zîrâ, âlemlere rahmet olarak gönderilen, kâinâtın baş tâcı, ebedî rehberimiz, varlığımızı ve kurtuluşumuzu kendisine borçlu olduğumuz Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafâ (aleyhisselâm) hakkında söz söylemek, yazı yazmak aslında bizim gibi âcizlerin haddi değildir.

Zâten bir şâir diyor ki: "Her vasfı ki, imtiyâzı hâiz,/Târih onu vasfederken âciz."                                                                        

Peygamber Efendimizin şâirlerinden Hassân bin Sâbit'in (radıyallahü anh) şu sözü ne kadar mânidârdır: "Ben, Muhammed Mustafâ'dan (aleyhisselâm) bahsederken, onu medhediyor değilim; bilakis ondan bahsetmek sûretiyle, kendi sözlerimi kıymetlendirmiş oluyorum."

Gönüller Sultânı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin (kuddise sirruh) şu kelâmı da çok manâlıdır: "Ben, âlemler genişliğinde bir ağız isterim, tâ ki, meleklerin bile gıpta ettiği o zâttan söz edebileyim."