Vakıflar Haftası münâsebetiyle...
20/05/2025 Salı Köşe yazarı R.A
Her husûsta âdil olmak ve adâletten ayrılmamak
düstûruna sâhip olan bir insan ve cemiyette, egoizm kendiliğinden yok
edilmiş olur.
İslâm dîninde, insan, insanın
yapısı, ihtiyaçlarının temîni, arzû ve isteklerinin tatmîni, beşerî
münâsebetlerin ve cemiyet hayâtının organizasyonu konusunda bildirilenler, dînin
temel hükümlerinden olan emirler ve yasaklar, egoizme fırsat vermeyecek bir
mükemmellik gösterir.
Bu bildirilenler, medenî bir
hayât yaşamak için birbirlerine muhtâç olarak ve çeşitli ihtiyâçlar içinde
yaratılmış olan insanı, kendi hakkına râzı ve diğer insanların haklarına
saygılı olmaya sevk eder. Böylece her husûsta âdil olmak ve adâletten
ayrılmamak düstûruna sâhip olan bir insan ve cemiyette, egoizm
kendiliğinden yok edilmiş olur.
Vakıf yapma duygusuyla, egoizm
(bencillik) birbirlerine zıttırlar. Çünkü
Psikoanaliz teorisine göre “ben” veya Lâtince “ego”,
zihnin dış dünyâ ile temâsta bulunan kısmı olup, her şeyi kendine mal eden,
yalnız kendi çıkar ve menfaatini gözetip düşünen kimseler için kullanılır.
Günümüzde buna, “kendini düşünme” olarak mânâ verilmektedir.
Egoizm, her dînde ve inanç
sisteminde kötülenmiştir. Bilhâssa
İslâm dîninde, egoizm üzerinde çok durulmuş ve insanlar, egoist olmamaları için
îkâz edilmişlerdir.
İslâmiyette, îmân edilmesi lâzım
gelen altı esâstan beşincisi olan, insanın ölümü ile başlayıp,
Kıyâmetin kopması, ölülerin tekrâr diriltilmesi, Mahşer’de hesâba çekilerek
işlerine ve ibâdetlerine göre Cennet’e veya Cehennem’e gönderilmesi ile devâm
eden ebedî (sonsuz) hayât yanî Âhiret düşüncesi, öteki dünyâ
endişesi de, insanları hayır işlemeye yöneltmektedir.
Kur’ân-ı kerîmde mevcut bulunan
bütün âyet-i kerîmeler ile İslâmiyet, insanlara dünyâ ve
Âhiret nizâmı olarak bildirilmiş, geçmiş ümmetlerden ve gelecekteki
olacaklardan çeşitli bilgiler ve misâller verilerek bütün insanlardan, dünyâ
hayâtlarında, İslâmiyete tâbi olmaları istenmiştir. Peygamber
Efendimiz, “İnsan ölünce, kıyâmeti kopmuş olur” buyurmaktadır.
Peygamber Efendimizin son
haclarında, Arafât'ta 124.000 kadar Sahâbîye hitâben buyurdukları sözler, “Vedâ
Hutbesi” ismiyle meşhûr olmuştur.
Bu hutbe ile İslâmiyet topluca ve
öz şekliyle insanlara son bir kere daha teblîğ edilmiş ve ona uymaları
istenmiştir. Böylece İslâmiyetin gelmesiyle, bütün dinler yürürlükten
kalkmış, Kıyâmete kadar gelecek insanlara, Allahü teâlânın yanında makbûl
olan yegâne dînin İslâmiyet olduğu bildirilmiştir (Âl-i Imrân, 19, 85; Mâide,
3).
Yirmiüç sene gibi kısa bir zamanda, Arabistân halkını dünyâda bir
benzeri görülmemiş üstünlüklere, yüksekliklere ve medeniyete kavuşturan İslâmiyet,
otuz sene gibi çok kısa bir zamanda da Mezopotamya, Îrân ve Hindistân
içlerine, Anadolu’ya, Mısır ve Kuzey Afrika’ya, Kıbrıs’a kadar yayılarak büyük
İslâm devletleri kurulmuştur.
Daha sonraki asırlarda Afrika
içlerine, İspanya’ya, Avrupa içlerine götürülen İslâm dîni ve
medeniyeti, gittiği her yerde insanlara adâlet ve emniyet, huzûr ve saâdet
dağıttığı gibi, ilmin ve tekniğin en son mahsûllerini de bol bol
saçmıştır.
Cenâb-ı Hak meâlen; “Kim
zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görür, kim zerre kadar kötülük
yapmışsa, onun da karşılığını görür” (Zilzâl sûresi, 3) buyurmaktadır.
