Hâce Ubeydullah-i Ahrâr

09/05/2023 Salı Köşe yazarı R.A

İnsanların îmân, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen İslâm âlimlerinin 16, 17 ve 18. halkaları sırasıyla Alâüddîn-i Attâr, Yakûb-i Çerhî ve Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazerâtıdır. Bundan önceki 2 makâlemizde, ilk ikisi hakkında, denizden damla misâli, birkaç kelime yazdık.

Bugün de, yine birkaç kelime hâlinde, Türkistân'ın en büyük velîlerinden olan Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinden bahsetmek istiyoruz...

Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri, Yakûb-i Çerhî hazretlerinin talebesidir. 1403 yılında Taşkent'te doğdu; 1490’da Semerkant'ta vefât etti; kabr-i şerîfi oradadır. Biz, kendisini bugüne kadar 6 defa ziyâretle şereflendik.

Doğumundan itibâren üstün hâlleri görüldü. Dilinden Allahü teâlânın ismi hiç düşmezdi. Dedesi de, âlim ve velî bir zât idi. Vefât edeceği sırada, torunları ile tek tek vedâlaştı. Ubeydullah-ı Ahrâr, o zaman çok küçüktü. Onu görünce, kucağına aldı. Sarılarak ağladı ve şöyle dedi: "Ben, bunun büyük bir zât olduğu zaman, hayâtta olmam. Bu, İslâmiyet’e hizmet edecektir. Cihân pâdişâhları bunun sözünü dinleyecekler" dedi.

Tasavvufta yüksek derecelere kavuştuktan sonra, helâl kazanmak için tarımla meşgûl oldu. Kısa zamanda zengin oldu. 1300'den fazla çiftliği olduğu, her birinde üç bin amele çalıştığı kaynaklarda yazılıdır. Allahü teâlâ, onun mahsûlüne öyle bir bereket verdi ki, her yıl 800 bin batman [yani 700 ton] zahîre uşur verirdi."Bizim mâlımız, fakîrler içindir…" buyururdu.

Bir talebesi anlatır:

“Bir seferde idik. Bir gece yarısı bana, "Hemen kalk, eşyânı topla ve derhâl dışarı çık; bu çevrede olanları da uyandır ve beni takip edin" buyurdu ve kendisi çıktı. Bir tepeye doğru yürüdü, biz de hemen toparlanıp onu takip ettik. Tepeye çıkınca, durdu. Biz de yanında durduk. Bir kısmı da, gelmemişti. Biz tepede iken, birdenbire korkunç bir sel geldi. Önüne gelen ağaç, taş, kaya, duvar, ne varsa süpürüp götürüyordu. Ayrıldığımız ev de sel suları içinde kalmış, gelmeyenler de sele kapılmıştı. Sele kapılmaktan kurtulanlar, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bu kerâmetini görerek, onun büyük bir velî olduğunu bir kerre daha anlamış oldular.”

Kendisi buyururdu ki:

"Bütün kerâmetleri bize verseler, fakat itikâdımız Ehl-i sünnet itikâdı değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün haraplıkları, çirkinlikleri verseler, ama itikâdımız Ehl-i sünnet itikâdı ise, hiç üzülmemeliyiz."

"İnsanın yaratılmasından maksat, kulluk yapmasıdır. Kulluktan maksat ise, her hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır."

"Tasavvuftan maksat, kendini zorlamadan, her an, Allahü teâlâyı hâtırlamaktır."

“Tasavvuf, vakti, en değerli olan şeye sarf etmektir."

"Tasavvuf, herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir."

“Kalbin kararmış olmasının alâmeti, günâhlardan üzüntü duymaması, günâhta ısrâr etmesidir. İşlediği günâhlardan dolayı kalbi o kadar kararır ki, artık nasîhat tesîr etmez, gafletten uyanmaz."