Sünnet-i hasene ve sünnet-i seyyie...
08/08/2025 Cuma Köşe yazarı V.T
“Benim sünnetime ve benden sonra, Hulefâ-i râşidînin sünnetlerine
sarılınız!”
İbn-i Cemâl el-Mısrî hazretleri Şafiî mezhebi fıkıh ve
hadîs âlimidir. 1002 (m. 1593) senesinde Mekke’de doğdu. Zamanındaki meşhur
âlimlerden ilim tahsil ederek icazet aldı. Daha sonra Mekke’de, Mescid-i
Harâm’da Kur’ân-ı kerîm kırâatini ve diğer ilimlerin tedrisâtını yürütmek için
kendisine vazîfe verildi. Kendisinden birçok meşhûr âlim, ilim tahsil etti.
1072 (m. 1661) senesinde Mekke’de vefât etti.
Bu mübarek zat, bir dersinde şunları anlattı:
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ibâdet
olarak yaptığı ve ara sıra bıraktığı şeylere sünnet-i hüdâ veya müekked sünnet
denir. Bunları ara sıra yapmayanlara azap bildirilmedi. Hiç terk etmediği ve
terk edenlere azap yapılacağını bildirdiklerine vâcib denir. Ara sıra yaptığı
ibâdetlere müekked olmayan sünnet veya müstehâb denir. Âdet olarak yaptıklarına
sünnet-i zevâid veya edep denir.
Âdetlerde değişiklik yapmak, bid’at değil ise de vera’
sahiplerinin bunları da yapmaması iyi olur. Hadîs-i şerîfte; “Benim sünnetime
ve benden sonra, Hulefâ-i râşidînin sünnetlerine sarılınız!” buyuruldu. Sünnet
sözü, yalnız olarak söylenildiği zaman, İslâmiyetin bildirdiği her şey
demektir. Bu dînin sahibi olan Resûlullah âdetlerde bir şey bildirmedi. Çünkü O
insanlara dinlerini bildirmek için geldi. Hadîs-i şerîfte; “Dünyâ işlerinizi
yapmasını siz daha iyi bilirsiniz!” buyuruldu. (Dînî vazîfelerinizi,
ibâdetlerinizi bilemezsiniz. Onları benden öğreniniz) demektir.
Bunun için âdetler, İslâmiyetin
dışında kalmaktadır, İslâmiyetin dışında olan şeylerde yapılan değişiklikler
bid’at olmaz. Minare, mekteb, kitap gibi sonradan yapılmış olan şeyler bid’at
değildir. Bunlar dîne yardımcı şeylerdir. İslâmiyet bunlara izin vermiş, hattâ
emretmiştir. Böyle şeylere sünnet-i hasene denir. İslâmiyetin yasak ettiği
şeyleri meydana çıkarmaya sünnet-i seyyie denir. Bid’atler, yani dinde reformlar,
sünnet-i seyyiedir. Sünnet-i hasene yani dine yardımcı şeylerin sadr-ı
evvelde yani Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiîn-i izamın zamânlarında yapılmaması,
onların bu faydalı şeylere ihtiyâçları olmadığı içindi. Onlar, kâfirlerle
cihâd ediyor, memleketler alıyor, İslâmiyeti dünyâya yayıyorlardı. Onların
zamânlarında bid’at sahibleri çıkmamış veya çoğalmamıştı. Kıyâmete kadar
sünnet-i hasene meydana çıkarmak caizdir ve sevaptır.
