Beşer târihinde 'âile'nin önemi
16/06/2025 Pazartesi Köşe yazarı R.A
İlk insan ve ilk Peygamber Hazret-i Âdem babamız ile
eşi Hazret-i Havvâ annemiz, yeryüzünde bulunan ve “İlâhî vahiy” ile terbiye
edilmiş olan ilk âiledir.
“Âile”: “Nikâhlanıp, evlenerek
bir araya gelen erkek, kadın ve çocuklardan meydâna gelen en küçük topluluk”tur. “Aralarında bir nikâh bağı bulunmayan
mükellef ya’nî cezâî ehliyete sâhip bir erkekle bir kadın arasındaki gayr-i
meşrû ilişki”ye “Zinâ” denir. “Zinâ”,
aslında “dînen ve kânûnen cezâyı gerektiren, meşrû olmayan cinsî
münâsebet”tir. Cemiyetlerin selâmetleri için muhakkak sûrette zinâyı,
fuhşu, gayr-i meşrû münâsebetleri önleyici hukûkî tedbîrlerin a’zamî ölçüde
alınması lâzımdır.
Şüphe yok ki insanlık, “Âile” ile
başlar. Eski ve köklü bir müessese olan âile, değişik yer ve zamanlarda,
değişik görünüşler kazanmasına rağmen dâimâ var olagelmiştir.
Peygamberler târihini incelediğimizde, hepsinin gâyelerinin,
yüksek ahlâklı iyi insanlar, iyi âileler ve iyi cemiyetler meydâna getirmek olduğunu
görüyoruz. Zâten bizim dînimizde, târihimizde, kültür ve
medeniyetimizde eğitimden maksat da "iyi insan",
orijinal ismiyle söylemek gerekirse, "insân-ı kâmil" meydâna
getirmektir.
Bütün Peygamberler ve onların
vârisleri olan İslâm âlimleri ve Evliyâ-yı kirâm, hep gıdâ gibi, bütün
insanlara lâzım olan fertler, âileler ve cemiyetler teşkil etmek için
uğraşmışlardır. Burada hemen, büyük İslâm
âlimi İmâm-ı Gazâlî'nin bir sözünü hâtırlıyoruz. Buyuruyor ki: "İnsanlar
üç gruptur. Birinci grup gıdâ gibidir, herkese her
zaman lâzımdır. İkinci grup devâ (ilaç) gibidir, bazı
insanlara bazen lâzım olur. Üçüncü grup ise illet (maraz, dert,
hastalık) gibidir, herkes ondan kaçar, ama o, insanlara
bulaşır."
İlk insan ve ilk Peygamber Hazret-i
Âdem babamız ile eşi Hazret-i Havvâ annemiz, yeryüzünde bulunan ve “İlâhî
vahiy” ile terbiye edilmiş olan ilk âiledir. İnsan nesli (soyu) onlardan
çoğalmıştır.
“Âile”, cemiyetin temel taşı ve âilenin meyvesi olan
yavrularımız, çocuklarımız, torunlarımız, körpe dimâğlar da istikbâlimizin
temînâtı ve âtîdeki ümîdimizdir. Onlara ne kadar hizmet versek azdır; zîrâ azîz
vatanımız, asîl milletimiz ve ebed-müddet devletimiz sağlam bir şekilde onların
omuzlarında yükselecektir.
Genel olarak büyükbaba, nine,
çocuklar ve torunlar âile ferdlerinden sayılır. Kan, süt ve evlilikten doğan
akrabâlar da katılınca, âile çevresi genişler. Erkeğin anası, babası ve
kardeşleri ile kadının anası, babası ve kardeşleri en yakın akrabâlardır...
Âileden gâye, neslin devâmını
sağlayan çocuklardır. İnsanın öldükten sonra iyilikle anılması için; sadaka-i
câriye (topluma faydalı bir eser) veya faydalı bir ilim (kitap veya talebe)
yahut hayırlı evlâd bırakması gerekir. Her şey bitip unutulduğu hâlde, bunlar
unutulmaz ve ölen insanın hayırlı işinin devâmını temîn eder. O hâlde çocuğun
örnek şekilde yetiştirilmesi, anne ve babanın ortak vazîfesidir. Anne çocuğunu
bizzât emzirip büyüttüğü, devâmlı güzel ahlâkı anlattığı gibi, bunların ev,
yiyecek, giyecek ile manevî ve maddî ihtiyaçlarını karşılamak da önce babanın
vazîfesidir.
Çocuklar,
millî ve ma’nevî değerlerimizi, Allahü teâlâya inanmayı, Peygamber sevgisini,
büyüklere hürmeti, vatan-millet aşkını, “Ezân” ve “Bayrak”a saygıyı, gelenek ve
göreneklerini hep âilede öğrenirler.
