Eshab-ı kirâmın gayesi insanların kurtuluşu idi

17/12/2020 Perşembe Köşe yazarı S.A

Eshab-ı kirâmın imanları da ibadetleri de hakikatti... Onları hiçbir şey korkutmadığı gibi hiçbir şey de gözlerinde büyümüyordu. 

 

 

Her şeyin bir sureti (şekli, görünüşü) bir de hakikati vardır. Şüphesiz suret hakikatin yerini tutamaz, onun yerini dolduramaz. Bir çocuk, ince zayıf eliyle, içi lif, pamuk dolu bir arslanı yıkabilir. Çünkü çocuk, küçük de olsa bir hakikat taşımakta... Arslan, heybetli de olsa nihayet surettir, şekildir... İşte, Eshab-ı kirâmın (aleyhimürrıdvan) imanları da, ibadetleri de hakikatti, bizimki gibi suret değildi. Onlar manen çok yükseldiler, himmetleri de öyle yüceldi, şahsiyetleri öyle büyüdü ki, dünya ve dünya ziynetleri, kralların debdebe ve saltanatları, zenginlik onların nazarında çocuk oyuncağından, kumaş veya kâğıttan yapılmış yapmacık bebek ve biblolardan öteye geçemedi.

Onları hiçbir şey korkutmadığı gibi hiçbir şey de gözlerinde büyümüyordu. İmanları ve güzel ahlâkları onlara yetmişti. Bütün insanlara iyilik yapmak ve onları iki cihan saadetine kavuşturmak en büyük arzularıydı...

Kadisiye Savaşından önce başkomutan Sa'd İbni Ebi Vakkas radıyallahü anh, İran başkomutanı Rüstem'e, Rıb'iy bin Amir'i elçi olarak gönderdi. Rıb'iy mağrur Rüstem'in yanına girdiğinde; tahtını altından yapılmış, inci ve yakutlarla süslenmiş buldu. Rüstem'i de, başında tâc, üzerinde göz kamaştıran elbiselerle, bir mabut gibi oturur gördü. Rıb'iy hazretleri bu manzaraya gülerek baktı ve hiç önem vermedi. Rüstem sordu:

-Bu kadar uzun mesafeyi katederek buralara kadar niçin geldiniz?

-Bizi Allahü teâla gönderdi. Görevimiz de; insanları insanlara veya başka şeylere tapmaktan kurtarıp, bütün kâinatı yoktan var eden ve dilediği anda da yok etmeye muktedir olan Rabbimize ibadet etmeye; diğer dinlerin zulmünden kurtarıp, İslamın adaletine, dünyanın darlığından çıkarıp, dünya ve ahiretin genişliğine kavuşturmaktır. Kabul ederseniz el kaldırmadan geri döneriz, bizim kardeşimiz olursunuz. Reddedenlerle de Allah'ın vaadi tahakkuk edinceye kadar savaşırız!..

Başkomutan Rüstem imanla şereflenseydi; hem makamı mevkii ona kalacaktı, hem de ahirette ebedi saadete kavuşacaktı. Ama nasibi yoktu...

Aradan uzun yıllar geçti... Sonra gelen Müslümanlar, Allahü teâlânın kendilerini bir gaye için gönderdiğini unuttular veya unutur göründüler. İnsanları, kullara tapmaktan kurtarmak için Yarımadalarından çıktıklarını unuttular. Onlar da dünyaya meylettiler. Risâlete inanmayan, ahirete dönüş hesabını düşünmeyen bir insanın eğlenceli ve başıboş hayatı gibi yaşadılar. Cenab-ı Hak da onlara milletlerin en fena ve en vahşisi olan Moğolları musallat kıldı. Moğollar, onları kılıçtan geçirip kanlarından nehirler akıttılar, her türlü işkenceyi yaptılar.

Allahü teala encâmımızı hayreylesin...