Abdülhakîm Efendi’yle tanışması...

08/11/2022 Salı Köşe yazarı R.A

Hüseyin Hilmî Efendi, 1929 senesinde, lise son sınıf talebesi iken, bir gün dersten çıkmış, öğle namazını kılmak için Bâyezîd Câmiine gitmişti. Nûr yüzlü bir ihtiyâr, içeride oturmuş, önündeki bir kitaptan anlatıyordu. “Evliyâ mezârları nasıl ziyâret edilir?” konusunu işliyordu. Va’z bitti, o sırada câmi içinde ikindi namazı kılınmaya başladı. Hoca da kitâbı kapayıp, “Bu kitâp, Allah rızâsı için, bu küçük Efendi’ye hediyem olsun” diyerek arkasına uzattı ve kalkıp namaza başladı. Kitâbın kapağında “Râbıta-i Şerîfe” ve altında müellif olarak da “Abdülhakîm” yazılı idi.

Kendisine bu kitâbı vereni, yanındaki kişiye sorup onun Seyyid Abdülhakîm Efendi olduğunu, Cum’a günleri, Eyüp Câmii’nde va’z verdiğini öğrendi. Cum’a gününü bekledi. Eyüp Sultân Câmii’nde o hocayı aradı; fakat göremedi. Oradakilere sordu. “O, başka bir câmide imâmdır. Orada kılıp buraya gelir. Dışarıda bekler” dediler. Dayanamadı, dışarı çıktı. Onu, bir kitâpçı sergisinin yanında duruyor gördü.

Cemâat câmiden çıkmaya başlayınca, Abdülhakîm Efendi kalktı, câmiin yan tarafındaki küçük bölmeye girdi.Yerdeki yüksek mindere oturup rahle üstündeki kitaptan anlatmaya başladı. Hüseyin Hilmî Efendi, en önde karşısına oturmuş dikkatle dinliyordu. Hiç işitmemiş olduğu, çok merâk ettiği dîn ve dünyâ bilgilerini zevkle dinledi. Defîne bulmuş fakîr gibi ve serin suya kavuşmuş, ciğeri yanık kimse gibi idi.
Gözlerini Seyyid Abdülhakîm Efendi’den hiç ayırmıyor, onun sevimli, nûrlu yüzünü seyretmeye, söylediği, her biri pırlanta gibi kıymetli bilgileri dinlemeye dalmış, kendinden geçmiş, dünyâ işlerini, mektebini, her şeyi unutmuştu. Kalbinde, tatlı tatlı bir şeyler dolaşıyor, sanki yıkanarak temizleniyordu.

Seyyid Abdülhakîm Efendi’nin dahâ ilk sohbeti, ilk sözleri Hüseyin Hilmî Efendi’yi mest etmişti. “Fenâ” denilen ve kavuşmak için uzun seneler çile çekilen ni’met, sanki bir derste hâsıl olmuştu.
Hüseyin Hilmî Efendi, elindeki not defterini cebine koyarak, dışarı çıkmak için kapıdaki kalabalığa karışmıştı. Ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken, birisi kendisine doğru eğilip, kulağına, “Küçük Efendi! Seni çok sevdim. Bizim ev, mezârlık arasındadır. Bize gel. Seninle konuşuruz!” dedi. Bu sesin sâhibi, Seyyid Abdülhakîm Efendi idi.

O gece, Hilmî Efendi, rüyâsında “Bulutsuz, parlak mâvi bir semâ gördü. Etrâfı, câmi kubbesindeki gibi parmaklıklarla çevrilmiş, burada nûr yüzlü biri gidiyordu. Başını kaldırıp bakınca, Seyyid Abdülhakîm Efendi olduğunu gördü.” 

Heyecânla uyandı. Birkaç gün sonra, yine rüyâsında, “Hazret-i Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin türbesinde, sandûkanın baş tarafına oturmuş bir zât gördü. Yüzü ay gibi parlıyordu. İnsanlar elini öpmek için bekliyordu. Hilmî Efendi de gitti ve sırası geldiğinde elini öperken uyandı.” O zât, yine Seyyid Abdülhakîm Efendi idi...