Eshâb-ı Kirâma hürmet etmek esastır...
24/03/2025 Pazartesi Köşe yazarı V.T
Ehl-i beyti sevmek, Eshâb-ı kirâma hürmet etmek, îmân ve kurtuluşun iki
esâsıdır.
Abdullah Dehlevî hazretleri “Silsile-i aliyye” denilen
büyük âlim ve velîlerin yirmisekizincisidir. 1158 (m. 1745) senesinde Hindistan’ın
Pencap şehrinde doğdu. Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerine talebe oldu. Onun
sohbeti ve teveccühleri ile kemâle gelerek, zamanının bir tanesi oldu. Çok
kerâmetleri görüldü. 1240 (m. 1824) senesinde Delhi’de vefât eyledi. Binlerce
âlim ve evliya yetiştirdi. Bunların içinde en büyükleri Mevlanâ Hâlid Ziyâeddîn
Bağdâdî’dir. Mekâtib-i şerîfe adında bir mektûbâtı vardır. Mektûplarından biri
şöyledir:
“Allahü teâlâya, çok, temiz, sevdiği ve beğendiği gibi
hamd-ü sena olsun. Ni’metlerine şükretmeyi, ni’metlerini arttırması için vesile
kıldı. O’na, nasıl ve ne kadar hamd ve şükredeceğimizi bilemiyoruz. Zîrâ bizi
Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden edip, Ehl-i sünnet ve cemâat i’tikâdı ile
şereflendirdi. Ehl-i sünnette, Şeyhayn’ı yani Hazreti Ebû Bekr ile Hazreti
Ömer’i diğer bütün ümmetten üstün tutmak, iki dâmâdı, yani hazret-i
Osman’la hazret-i Ali’yi sevmek, Ehl-i beyti sevmek ve tazim etmek, Eshâb-ı
kirâma (radıyallahü anhüm) hürmet etmek esastır. Bu sevgi ve tazim, îmân ve
kurtuluşun iki esâsıdır.
Yine Allahü teâlâya hamd olsun ki,
bize peygamberleri evliyâdan üstün tutma i’tikâdını ihsân eyledi. Hiçbir
velînin zevk, şevk, sır ve ilimleri, hiçbir peygamberin yüksek derecelerine
ulaşamaz. Çünkü velîdekiler sıfatların, peygamberdekiler zâtın tecellîsinden
hâsıl olmaktadır. Bunun için evliyâ, enbiyâya tâbi oldu. Hattâ Eshâb-ı kirâmın
da (radıyallahü anhüm) evliyâ üzerine üstünlüğü sabittir. Peygamberlerin en
üstününün bereketli sohbetinde bulunmakla, ilâhî hikmet çeşmeleri ve nihâyetsiz
feyiz pınarları oldular ve Ümmet-i Muhammedin hidâyet ve saadetine çalıştılar.
Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) inâyet nazarlarından, kalblerinde
öyle feyz ve nûr buldular ki, sabır, kanâat, tevekkül, rızâ ve teslimiyet,
hayatlarının sermâyesi oldu. Teheccüd ve nafile ibâdetler, kendilerine güzel
ahlâk oldu. Allahü teâlâya ve Resûlullaha olan aşırı muhabbetlerinden, îmân
etmemiş akrabâları ile muharebeyi iki dünyâ saadeti ve kurtuluşu bildiler.
Canları pahasına, din ve İslâmın yücelmesi için, cihâddan hiç geri durmadılar.
Yani diğer insanların Müslüman olması için, onlara İslâmı duyurmak için,
kendi canlarını verdiler. O hâlde hiçbir velî, en aşağı derecedeki bir
sahâbînin derecesine erişemez.
