Tasavvufun felsefeyle alâkası var mıdır?

08/04/2019 Pazartesi Köşe yazarı R.A

“Tasavvuf” felsefe değildir. “Mutasavvıf”lar da filozof değildirler. Tasavvufun, İslâmî ilimler içindeki adı; “kalb ilmi” veya “ilm-i ahlâk”tır.

 

Mart ayında yazdığımız 6 makâlemizde “akıl”, “felsefe” ve “tefekkür”den genişçe bahsetmiştik. Bugün ve yarınki makâlelerimizde ise, yine bu konuyla yakın ilgisi bulunan bir mevzûu ele alacağız. O da, tasavvufun felsefeyle alâkası var mı? konusudur.

Kaynaklarda, 600 kadar eser yazarak, zamanının en büyük âlimi unvânını kazandığı belirtilen büyük âlim İmâm Suyûtî, 14 ilimden bahsettiği “İtmâmü’d-dirâye li-kurrâi’n-nükâye” adlı eserinde, öğrenilmesi farz-ı ayın olan 3 ilim arasında “Akâid”, “Fıkıh” ve  “Tasavvuf” ilimlerini saymaktadır. Hattâ tasavvuftan bahsederken, “nasıl bedenin salâhı için tıp ilmi lâzımsa, rûhun salâhı için de tasavvuf ilmi lâzımdır” demektedir.

Burada, şunu net bir şekilde belirtelim ki, “Tasavvuf”, felsefe değildir. “Mutasavvıf”lar da filozof değildirler. Tasavvufun, İslâmî ilimler içindeki adı; “kalb ilmi” veya “ilm-i ahlâk”tır. Mutasavvıf; îmânın ve İslâmın şartları üstünde fikir yürüten, aklına dayanarak görüş açıklayan kimse değil, bunları Allahü teâlânın ve Peygamber Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiklerine uygun olarak, aklı ve vicdânı ile tam ve doğru anlayıp, insanlara açıklayan ve bunlara eksiksiz uyan Müslümân demektir. Bu zâtların ilmî ismi, “ulemâ-i râsihîn=ilimde derinleşmiş âlimler”dir.

Mâhiyet itibarıyla, “Tezkiyetü’n-Nefs” ve “Tasfiyetü’r-Rûh” isimleriyle, yine “Takvâ”, “Zühd” ve “Vera” adlarıyla İslâmiyetin bidâyetinden beri mevcut olan “Tasavvuf” ve “mutasavvıf” kelimelerinin, sonradan çıkmış ve kullanılmış kelimeler oldukları malûmdur.

Filozoflar akıllarına geleni söylemiş olmalarına rağmen, bu âlimler, Peygamber Efendimizin bildirdiklerini, yâni Allahü teâlâ tarafından vahyedileni tekrarlamış ve açıklamışlardır.

Burada şunu da belirtelim ki, onbeş asırdır Müslümânlara rehberlik etmiş, onlara doğruları öğretmiş, kendileri de eksiksiz İslâmî birer hayat yaşamış bulunan Ulemâ-yı kirâmın ve Evliyâ-yı fihâmın hâl tercümeleri yani biyografileri [hayatları, hocaları, talebeleri, eserleri, kıymetli sözleri, nasîhat ve tavsıyeleri] muhtelif kitaplarda genişçe anlatılmaktadır.

Bu büyük âlim ve velîler, kendi asırlarında olduğu gibi, zamanlarından sonra da dâimâ sevilen ve sayılan, hayatları örnek alınan kimseler olmuşlardır; burada onların yüzlercesini, hattâ binlercesini sayabiliriz.

Târihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, genel olarak Osmânlı medreselerinde okunan ve okutulan kelâm, mantık, belâgat, lügat, nahiv, hendese, hesap, hey’et, felsefe, târih ve coğrafya ile ilgili dersleri “ulûm-ı âliye (hemze ile=âlet ilimleri) veyâ ulûm-ı ibtidâiyye=başlangıç ilimleri”; aralarında Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve fıkıh konuları bulunan diğer dersleri de “ulûm-ı ‘âliye (ayınla=yüksek ilimler)” olarak iki ana başlık altında değerlendirmektedir. [Uzunçarşılı, Osmânlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, Ankara 1988, s. 20]

Yarın inşâallah, konumuza devam edelim.