Her nîmeti gönderen, yalnız Allahü teâlâdır

01/02/2022 Salı Köşe yazarı V.T

Hayatımız, aklımız, ilmimiz, gücümüz, söyleyebilmemiz, hep Allahü teâlâdandır.

 

Ubeydullah Hayderî hazretleri büyük velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin ilk hilâfet verdiği talebesidir. Bağdâd'da doğdu ve miladi on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında orada vefât etti. Küçük yaştan îtibâren aklî ve naklî ilimleri tahsîl ederek büyük âlim oldu. Bağdâd'a Hanefî müftüsü olarak tâyin edildi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin sohbetlerine katılıp, kısa bir müddet içinde tasavvuf yolunda ilerledi. Bağdâd müftülüğünden ayrılarak hocasının hizmetinden ve sohbetlerinden ayrılmadı. Mevlânâ Hâlid hazretleri ona mutlak hilâfet verdi, hattâ Mevlânâ Hâlid hazretlerinin halîfelerinin çoğu evvelâ onun sohbetinde yetiştikten sonra Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sohbetlerine kavuştular. Bir sohbetinde şöyle anlattı:

İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her nîmeti gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Her şeyi var eden, ancak Odur. Her varlığı, her ân varlıkta durduran hep Odur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, Onun lütfu ve ihsânıdır. Hayatımız, aklımız, ilmimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz, söyleyebilmemiz, hep Ondandır. Saymakla bitirilemeyen çeşitli nîmetleri, iyilikleri gönderen hep Odur.  Allahü teâlâ, madde değildir. Benzeri yoktur. Nasıldır denilemez. Âdem'in ruhu, kendi hulâsası, özüdür. Allahü teâlâ, Âdem'in ruhunu bilinemez, nasıldır denilemez olarak yarattı. Allahü teâlâ mekânsız olduğu gibi, ruh da mekânsızdır. Ruh da madde değildir. Ruhun bedene bağlılığı, Allahü teâlânın âlem ile olması gibidir. Ne içindedir, ne dışındadır. Ne bitişiktir, ne ayrıdır. Yalnız onu varlıkta durdurmaktadır. Bedenin her zerresini diri tutan ruhtur.

Bunun gibi, âlemi varlıkta durduran, Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, bedeni ruh vâsıtası ile diri tutmaktadır. İnsana gelen her feyz, önce ruha gelir. Ruhtan bedene yayılır. Ruh nasıl olduğu anlaşılmaz olarak yaratılmış olduğu için, hiç anlaşılamayacak olan Allahü teâlâ onda yerleşmektedir. Hadis-i kudsîde, (Yere ve göğe sığmam. Fakat mümin kulumun kalbine sığarım) buyurdu. Çünkü, yer ve gök çok geniş olmakla berâber maddedirler. Mekânlıdırlar. Bir şeye benzetilebilirler. Nasıl oldukları anlaşılır. Mekânsız olan, nasıl olduğu bilinmeyen mukaddes varlık, bunlarda yerleşemez. Mekânsız olan, mekânda yerleşmez. Benzeri olmayan, benzeri olanla bir arada bulunmaz. Mümin kulun kalbi ise, mekânsızdır. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Bunun için, burada yerleşir.