Târihteki Müslümanların hedefleri...

07/03/2022 Pazartesi Köşe yazarı R.A

Başka kültürlerde insana acımasızca davranılırken, insanlık, insana kıymet vermeyi İslâmiyet’ten öğrenmiştir...

 

 

Mukaddes dînimiz İslâmiyet; “medenî insan” ve “medeniyyet sâhibi toplum” meydâna gelmesi için, insanlara lâzım olan îmân ve ibâdetleri; iş, ahlâk ve cemiyet hayâtında uyulması gereken her şeyi bildirmiştir.

Bunlar; Allahü teâlânın bildirdikleri, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed aleyhisselâmın öğrettikleri, Eshâb-ı kirâmın naklettikleri ve İslâm âlimlerinin de açıkladıkları husûslardır.

İnsanlığın bugün bunaldığı, çözmekte sıkıntıya düştüğü her şeyin çözüm ve çâresi bunların içinde vardır. Bugün çok perişan hâlde olan insanlığın kurtuluşu için, bunlardan istifâde etmelidir. 

Peygamber Efendimizin dönemi ile O’nun vazîfelerini tam olarak yaptıklarından dolayı, kendilerine “Hulefâ-i Râşidîn=Râşid Halîfeler” denilen “Dört Halîfe Devri” (632-661/H. 11-40), bütün târih boyunca, İslâmî fazîletlerin yaşandığı “Altın Çağ” olarak kabûl edilir. Bunlardan sonra, kronolojik olarak “Emevîler” ve “Abbâsîler” dönemi gelmektedir.

Emevîler; Çin, Orta Asya, Hazar ülkesi, Hindistân, bütün Orta Doğu ülkeleri, Kuzey Afrika’dan -İspanya dâhil- Avrupa içlerine kadar geniş bir coğrafyada, aralıklarla sekiz yüzyıl hüküm sürdüler.

Emevîler, İslâm dînini İspanya’dan Avrupa’ya soktular. Fas, Kurtuba ve Gırnata Üniversitelerini kurup Batı'ya ilim ve fen ışıklarını yaydılar.

Emevîler’den sonra İslâm devleti başkanlığını (hilâfeti), Peygamberimizin amcası Hazret-i Abbâs’ın soyundan olan Ebü’l-Abbâs Abdullah es-Seffâh ele geçirdi. 750/H. 132’de Abbâsîler devri başladı. Devletin başşehri Şâm’dan Bağdâd’a nakledildi.

Abbâsîler devrinde; İslâm dîni, doğuda Büyük Okyânûs’tan, batıda Atlas Okyânûsu kıyılarına, kuzeyde Rusyâ içlerinden, güneyde Hind Okyânûsu kıyılarına kadar yayılıp, üç kıtada İslâm devletleri hâkim oldu.

Marcel A. Boisard isimli Fransız, “L’Humanisma de l’Islam” adlı eserinde:

“...Târihte ilk defâ insana sosyal, rûhî, siyâsî, ahlâkî, hukûkî değerlerini en iyi şekilde veren, bu anlayışla büyük bir medeniyet ve eşsiz bir kültür meydana getiren İslâmdır...” demektedir.

Gerçekten de insanlık, insana kıymet vermeyi İslâmiyet’ten öğrenmiştir. Başka kültürlerde insana acımasızca davranılırken, ona en âdil muâmele tarzını İslâmiyet getirmiştir. İslâmiyet, başkasına zarar vermek şöyle dursun, insanların kalbini kırmaktan bile çok şiddetle menetmiştir.

İslâmiyet, İslâm devletinin vatandaşı olan gayr-i müslimlere de adâletle muâmeleyi emreder; zulüm ve haksızlığı yasaklar. Sevgili Peygamberimiz; “Kim bir zimmîye (gayr-i müslim vatandaşa) zulmeder veya taşıyamayacağı bir yükü yüklerse, ben o kimsenin hasmıyım” buyurur.

İslâmî ilimlerden tasavvufun konusu da, insanları bu rûh olgunluğuna kavuşturmaktır. Peygamberimizin vârisi durumunda olan, “Ulemâ ve Evliyâ” denilen, Allahü tealânın sevdiği kullar, hayâtları boyunca, insanları pek çok rûhî olgunluklara eriştirmek için çalışmışlardır...