►Velilerin Keramet ve Faziletleri Hakkında / Hadis

Velilerin Keramet ve Faziletleri

 

Riyâzus Sâlihîn / İmâm Nevevî 
BÖLÜM: -119-

Velilerin Keramet ve Faziletleri hakkında sahih hadis-i şerifler...

 

 

1506. Ebû Muhammed Abdurrahman İbni Ebû Bekr es–Sıddîk radıyallahu anhümâ şöyle

dedi:
Suffe ashâbı fakir kişilerdi. Bir keresinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
– "İki kişilik yemeği olan (suffe ashâbından) bir üçüncüsünü; dört kişilik yemeği olan da bir
beşincisini ve hatta altıncısını yemeğe buyur edip götürsün!" Yahut buna benzer bir tavsiyede
bulundu.
Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi evine getirdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de on kişiyi alıp götürdü.
Ebû Bekir, akşam yemeğini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in evinde yedi. Yatsı namazı kılınıncaya
kadar orada kaldı. Gecenin hayli ilerlemiş bir vaktinde evine döndü. Hanımı ona:
– Seni misafirlerinin yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu. O da:
– Vay! Sen onlara hâlâ yemek vermedin mi? diye çıkıştı. Hanımı:
– Sen gelmedikçe yemek yemeyeceklerini söylediler, sofra kurduk, yemediler, dedi.
(Hadisin râvîsi) Abdurrahman şöyle dedi: Ben ortalıktan kaybolup saklandım. Ebû Bekir bana:
– Behey anlayışsız herif! diye bağırdı. Verdi veriştirdi. Sonra hiddetle:
– İçinize sinmesin, yiyin. Vallahi ben bu yemekten yemiyeceğim, dedi.
(Abdurrahman dedi ki), Allah'a yemin ederim ki, bizim her el uzattığımız lokmanın altından yemek
daha artıyordu. Nihayet misafirler doydular. Yemek de ilk getirildiğinden daha fazla olarak ortada
duruyordu. Ebû Bekir yemeğe baktı, olduğu gibi duruyordu. Hanımına hitâben:
– Bu ne hal? Ey Benî Firâsın kızı! dedi. O da:
– Gözümün nuruna yemin ederim ki, yemek şimdi öncekinden üç misli fazladır, dedi.
Bunun üzerine Ebû Bekir o yemekten yedi ve ettiği yemini kastederek, "O, şeytandandı" dedi. O
yemekten bir lokma aldıktan sonra, geri kalanı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gönderdi. Yemek
orada sabaha kadar durdu. Bizim ile bir topluluk arasında bir sözleşme vardı. Sözleşmenin süresi
bittiği için o topluluk Medine'ye gelmişlerdi. İçlerinden sözcü olarak on iki kişi ayırdık. Her biri ile

beraber kaç kişinin bulunduğunu Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler.

 

Buhârî'nin bir rivâyetinde (Edeb 87) şöyle denilmektedir:

(Misâfirlerin, kendisi gelmedikçe yemek yemek istemediklerini öğrenince) Ebû Bekir, o yemekten
yemeyeceğine dair yemin etti. Hanımı da o yemedikce yemeyeceğine yemin etti. Misafir veya
misafirler de, zaten o yemedikçe sofraya oturmayacağına – veya oturmayacaklarına– yemin etmişlerdi.
Bunun üzerine Ebû Bekir:
– Başlangıçta yaptığım yemin şeytandandır, haydi buyurun yemeğe, dedi. Kendisi de misafirleri de
yediler. Her el uzattıkları lokmanın altından yemek çoğalıyordu. Bunun üzerine Ebû Bekir, hanımına:
– Ey Benî Firasın kızı, bu ne hal? dedi. O da:
– Gözümün nûruna yemin ederim ki, yemek şimdi, ilk halinden daha fazladır, dedi. Oradakiler yediler,
mevcut yemeği Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gönderdiler.
Abdurrahman, Hz. Peygamber'in bu yemekten yediğini haber verdi.
Bir başka rivâyette (Buhârî, Edeb 88) olay şöyle anlatılmaktadır:
Ebû Bekir, oğlu Abdurrahman'a;
– Ben Hz. Peygamber'in yanına gideceğim. Ben gelinceye kadar misafirlerin hizmetinde bulun,
yemeklerini yedirmiş ol, diye tenbihde bulundu. Abdurrahman misafirlere yemek getirdi, "Buyurunuz,
" dedi. Onlar:
– Bu evin sahibi nerede? dediler. Abdurrahman:
– Siz buyurun, yiyin, dedi. Onlar:
– Evin sahibi gelinceye kadar biz yemiyeceğiz, dediler. Abdurrahman:
– Yemeğinizi lutfen yiyiniz. Eğer babam geldiğinde siz yemek yememiş olursanız, bana darılır, kızar,
diye ısrar ettiyse de misafirleri yemeye ikna edemedi. (Abdurrahman diyor ki) babam geldiğinde bana
fenâ halde çıkışacağını bildiğim için o gelince hemen savuşup bir yere gizlendim.
– Misafirlere ne yaptınız? diye sordu. Durumu haber verdiler. Bunun üzerine:
– Abdurrahman! diye bana seslendi. Cevap vermedim. Sonra yine:
– Abdurrahman! diye bağırdı. Ben yine ses vermedim. Bu defa:
– Behey anlayışsız herif! Sesimi duyuyorsan, Allah aşkına gel, dedi. Ben de yanına gelip:
– Benim kusurum yok, istersen misafirlere sor, dedim. Misafirler:
– Abdurrahman doğru söylüyor, bize yemek getirdi ama biz yemedik, dediler. Bunun üzerine:
– Demek beni beklediniz! Ben de bu gece bu yemeği yemiyeceğim işte! dedi. Onlar:
– Allaha yemin ederiz ki sen yemezsen, biz de yemeyiz, dediler. Ebû Bekir:
– Allah iyiliğinizi versin! Size ne oluyor ki, yemeğimizi kabul etmiyorsunuz? Haydi buyurun yemeğe!
dedi. Yemek geldi, babam elini koydu, besmele çekti, "Kızgınlığımdan ötürü başta ettiğim yemin

şeytandandır" deyip yemeği yedi, misafirler de yediler.

 

Buhârî, Mevâkît 41, Menâkıb 25, Edeb 87–88; Müslim, Eşribe 176, 177

 

 

 

 

1507. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan kimseler vardı. Şayet ümmetim

içinde de onlardan biri varsa, hiç şüphesiz o Ömer'dir. "

 

Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 6; Enbiyâ 54; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 17

 

 

 

 

1508. Câbir İbni Semüre radıyallahu anhümâ dedi ki; Kûfeliler(in bir kısmı vâli) Sa'd İbni
Ebû Vakkâs'ı (halife) Ömer İbnu'l–Hattâb radıyallahu anh'e şikâyet ettiler. Ömer de Sa'd'ı vâlilikten
azledip Ammar İbni Yâsir'i Kufeye vâli tayin etti. Kûfeliler Sa'd hakkındaki şikâyetlerini, "Sa'd namaz
kıldırmasını bile bilmiyor" demeye kadar vardırmışlardı. Ömer, adam gönderip Sa'd'ı Medineye
getirtti ve:
– Ey Ebû İshak! Bu adamlar senin namaz kıldırmayı bile bilmediğini iddia ediyorlar, dedi. Bunun
üzerine Sa'd:
– Allaha yemin ederim ki ben onlara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazı gibi namaz
kıldırdım; ondan hiçbir şeyi eksik bırakmadım. Yatsı namazını kıldırırken ilk iki rek'atte uzunca
ayakta durur, son iki rek'ati de hafif tutarım, dedi.
Ömer:
– Senden bizim beklediğimiz de aslında budur, Ey Ebû İshak, dedi. Sonra, (durumu bir de yerinde
araştırmak üzere) Sa'd ile birlikte bir veya birkaç adamı Kûfeye gönderdi.
Görevli kişi Kûfelilerden Sa'd'ın durumunu soruşturdu, bütün mescidlere gidip cemaata Sa'd'ı sordu.
Onlar da Sa'd hakkında hep övgü dolu sözler söylediler. En sonunda Absoğulları mescidine gitti (ve
herkesi Sa'd hakkında bildiklerini Allah için söylemeye davet etti). Onlar arasından Ebû Sa'de Üsâme
İbni Katâde kalktı ve şöyle dedi:
– Mâdem ki bize Allah adını verdin, söyliyeyim: Sa'd, askerle birlikte harbe gitmez, mal taksiminde
eşitliği gözetmez, adâletle hükmetmez, dedi.
Bunun üzerine Sa'd şöyle dedi:
– (Madem ki sen böyle dedin) Ben de senin hakkında vallahi üç dilek dileyeceğim: Allahım, senin bu
kulun bu söylediklerinde yalancı ise, sen onun ömrünü uzat, fakirliğini artır ve kendisini fitnelere
çarptır.
Sonraları Üsâme'ye hali sorulduğunda:
– Kocamış, fitneye uğramış zavallı bir ihtiyarım ben. Sa'd'ın bedduasına tutuldum, diye cevap verirdi.
Hadisi, Câbir İbni Semüre'den rivayet eden râvi Abdülmelik İbni Umeyr şöyle der: Daha sonraki
zamanlarda o kişiyi ben de gördüm. Yaşlılıktan dolayı kaşları gözlerinin üzerine düşmüş olduğu halde

yollarda rast geldiği kız çocuklarına sataşır, onları çimdiklerdi.

 

Buhârî, Ezân 95; Müslim, Salât 158–159. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 128; Nesâî, İftitâh 74

 

 

 

 

1509. Urve İbni'z–Zübeyr'den rivayet edildiğine göre Ervâ Binti Evs, kendi arazisinden bir
parçayı gasbettiği iddiasıyla Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl İbni'l–Hakem radıyallahu anh'ı
(Medine vâlisi) Mervân İbnü'l–Hakem'e şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Saîd:
– Ben bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söylediklerini dinledikten sonra, onun
hakkını üzerime geçirir miyim hiç! dedi. Mervân:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ne duydun? diye sordu. O da:
– Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Kim haksız olarak bir karış yer alırsa, o yerin
yedi katı o kişinin boynuna dolanır" buyurduğunu işittim, dedi. Bunun üzerine Mervân Saîd'e
hitâben:
– Artık senden, bundan başka delil istemiyorum, dedi.
Dâva bu noktaya gelince Saîd:
– Allahım! Eğer bu kadın yalancı ise, sen onun gözünü kör et, kendisini de o arazisinde öldür! diye
beddua etti.
Urve dedi ki, kadın ölmeden önce gözleri kör oldu ve bir gün o dâva konusu yerde gezinirken bir

çukura düşüp öldü.

 

Buhârî, Bed'ül–halk 2, Mezâlim 13; Müslim, Müsâkât 139–142. Ayrıca bk. Tirmizî, Diyât 21

 

Müslim'in, Muhammed İbni Zeyd İbni Abdullah İbni Ömer'den bir rivayeti de aynı mânadadır. Râvi
Muhammed, o kadının kör olduğunu, Saîd'in bedduasına uğradım diyerek duvarlara tutuna tutuna
yürüdüğünü görmüş ve o kadının, dâva konusu arazisindeki bir kuyuya düştüğünü ve kabrinin o kuyu

olduğunu haber vermiştir.

 

Müslim, Müsâkât 138

 

 

 

 

1510. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Uhud Harbi'nden önceki gece babam beni yanına çağırdı ve "Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in
sahâbîlerinden ilk öldürelecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
hariç, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım var, onları öde. Kardeşlerine
daima iyi davran" dedi.
Sabahleyin babam ilk şehid düşen kişi oldu. Bir başka şehid ile birlikte onu bir kabre defnettim. Sonra
onu bir başkasıyla aynı kabirde bırakmayı içime sindiremedim. Altı ay sonra onu kabirden çıkardım.
Bir de ne göreyim; kulağı(nın bir kısmı) hariç, tüm vücûdu kendisini kabre koyduğum günkü gibiydi.

Onu yalnız başına bir mezara defnettim.

 

Buhârî, Cenâiz 78

 

 

 

 

1511. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbından iki kişi karanlık bir gecede Peygamber aleyhisselam'ın
yanından çıktılar. Önlerinde meş'ale gibi iki ışık peydâ oldu. Birbirlerinden ayrılınca da evlerine

varıncaya kadar herbirinin yolunu bir ışık aydınlattı.

 

Buhârî, Salât 79; Menâkıbü'l–ensâr 13

 

 

 

 

1512. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başlarına Medineli Âsım İbni Sâbit'i komutan tayin ettiği on
kişiden oluşan bir kâfileyi (irşad ve istihbârât için) görevlendirdi. Kâfile Usfân ile Mekke arasında
bulunan Hüdât denilen yere ulaştı. Bunların hareketi (müşriklerce), Hüzeyl'in bir kolu olan ve Lihyân
oğulları denilen kabileye haber verilmişti. Lihyân oğulları yüze yakın okçudan oluşan bir grupla onları
takibe aldılar. Âsım ve arkadaşları izlendiklerini farkedince, kendilerini savunabilecekleri yüksekçe bir
yere sığındılar ama düşman da onların çevresini sardı ve:
– İnin aşağı, elinizdeki silahları bırakıp teslim olun. Söz veriyoruz hiç birinizi öldürmeyeceğiz!
dediler. Bunun üzerine Âsım İbni Sâbit:
– Arkadaşlar! Ben, bir kâfirin sözüne güvenerek aşağı inmem, dedi. Allahım, durumumuzu
Peygamberine bildir, diye dua etti. Bunun üzerine düşmanlar, Âsım'ı (ve komutasındaki altı kişiyi) oka
tutup şehit ettiler. İçlerinden üç kişi, Hubeyb, Zeyd İbni Desine ve bir kişi daha verilen söze güvenerek
inip teslim oldular. Müşrikler bu üç kişiyi ellerine geçirince, yay tellerini çıkarıp onları kıskıvrak
bağlamaya kalktılar. Durumu gören üçüncü kişi:
–Bu bize yapılan ilk kalleşliktir. Vallahi size aslâ teslim olmayacağım. Şu şehitler bana güzel bir
örnektir, diye direndi. Onu zorla sürükleyip götürmek istediler ise de şiddetle karşı koydu. Bunun
üzerine onu da şehit ettiler. Hubeyb ve Zeyd İbni Desine'yi götürüp Bedir Gazvesi sonrasında
Mekke'de sattılar. Hubeyb'i, Bedir Gazvesi'nde öldürdüğü Hâris İbni Âmir İbni Nevfel İbni
Abdimenâf'ın oğulları satın aldı. Hubeyb, kendisini öldürmeye karar verdikleri güne kadar onların
elinde esir olarak kaldı.
Bu esâret günlerinde Hubeyb, etek traşı olmak için Hâris'in kızlarından birinden bir emânet ustura
istedi, o da verdi. Bir ara kadının gafletinden yararlanan küçük çocuğu, Hubeyb’in yanına sokuldu.
Hubeyb'in elinde ustura olduğu halde çocuğu dizine oturttuğunu görünce kadın, son derece telaşlandı.
Durumu sezen Hubeyb:
– Çocuğu öldüreceğimden mi endişeleniyorsun? Ben böyle bir şey yapmam! dedi.
Kadın dedi ki: Allah'a andolsun ki ben hayatımda Hubeyb'den daha iyi bir esir görmedim. Vallahi ben
onu, zincire bağlı olduğu ve Mekke'de hiç bir meyvenin bulunmadığı bir gün taze üzüm yerken
gördüm. Bu, Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı.
Hâris'in oğulları onu öldürmek için Harem bölgesinin dışına Hill denilen yere çıkardıkları zaman
Hubeyb onlara:
– Müsaade edin de iki rek'at namaz kılayım, dedi. Bıraktılar. Hubeyb iki rek'at namaz kıldı ve sonra
“Allaha yemin ederim ki, ölümden korktuğumu zannetmeyeceğinizi bilsem, bu namazı daha fazla
kılardım” dedi ve “Allahım! Bunların her birini tek tek mahvet, birer birer canlarını al, hiç birini sağ
bırakma!” diye dua edip şu beyitleri okudu:
Müslüman olarak öldükten sonra,
Nasıl öldüğümü asla dert etmem.
Bunların hepsi elbette Allah uğrunda;
Dilerse O, pek kolaydır, parçalanmış vücûdumla rahmete ermem!
Böylece Hubeyb, idam edilecek her müslümanın iki rekat namaz kılması âdetini başlatan kişi oldu.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, düşman tarafından kuşatıldıkları gün bu on kişilik müslüman
kafilesinin başına gelenleri ashâbına anında bildirmişti.
Âsım İbni Sâbit'in şehit edildiğini haber aldıkları zaman Kureyş'in bazı ileri gelenleri, (Bedir
savaşında) kendilerinden birini öldürmüş olması sebebiyle onu tanımaya yarayacak bir parçasını
getirmek üzere adamlar yolladılar. Bunun üzerine Allah, Âsım'ı korumak için bir arı sürüsü gönderdi.
Bu arı bulutu Âsım'ın cesedini kapladı. Kureyşin adamları, onun nâşından hiç bir şey koparmaya

imkân bulamadılar.

 

Buhârî, Cihad 170, Meğâzî 10, 28

 

 

 

 

1513. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ömer radıyallahu anh, herhangi bir şey hakkında "Ben şöyle düşünüyorum" dedi mi, o şey gerçekten

onun düşündüğü gibi neticelenirdi.

 

Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 35

 

 

 

 

1514. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:

"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun. "

 

Buhârî, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, Lukata 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50

 

 

 

 

1515. Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.

– "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse" cevabını verdi.

 

Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64, 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirimizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11

 

 

 

 

1516. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü

verirse, ben de ona cennet sözü veririm. "

 

Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61

 

 

 

 

1517. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir:
"Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin, doğu ile batı

arasından daha uzak bir yerine düşer gider".

 

Buhârî, Rikak 23 ; Müslim, Zühd 49, 50

 

 

 

 

1518. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî salallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini
yüceltir. Yine bir kul Allah'ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de

Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar. "

 

Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 10; İbni Mâce, Fiten 12

 

 

 

 

1519. Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l–Hâris el–Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç
aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o
kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah'ın
gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine

kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder. "

 

Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12

 

 

 

 

1520. Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:
– "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben:
– Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim.
Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:

– "İşte budur!" buyurdu.

 

Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12

 

 

 

 

1521. İbn Ömer radıyallahu anhümâ "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu"
dedi:
"Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır.

Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak kimseler olduğu kesindir. "

 

Tirmizî, Zühd 62

 

 

 

 

1522. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu"
demiştir:

"Allah kimi, iki çenesi ve iki budu arasındakinin şerrinden korursa, o kişi cennete girer. "

 

Tirmizî, Zühd 61

 

 

 

 

1523. Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.
– "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık

duyarak göz yaşı dök!" buyurdu.

 

Tirmizî, Zühd 61

 

 

 

 

1524. Ebû Said el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim
haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz,
sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz

de sana uyar, senin gibi oluruz. "

 

Tirmizî, Zühd 61

 

 

 

 

1525. Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana,
dedim.
– "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir
şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin.
Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne
devamla:
"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi
söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı
söndürür" buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk
ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah
yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç
kimse bilemez" [Secde sûresi (32), 16, 17] âyetini okudu.
Daha sonra Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:
– "Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:
– Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.
– "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır" buyurdu.
Sonra:
– "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?"
dedi.
Ben:
– Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
– "Şunu koru! buyurdu. Ben:
– Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.
– "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin

ürettikleridir!" buyurdu.

 

Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12

 

 

 

 

1526. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
– "Gıybet nedir, bilir misiniz?"
– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
– "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.
– Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.
– "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir, "

buyurdu.

 

Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23

 

 

 

 

1527. Ebû Bekir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem, Vedâ haccında Mina'da kurban kesme gününde îrad ettiği hutbesinde şöyle buyurdu:
"Bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz saygı değer ve dokunulmaz olduğu gibi (aranızda)

kanlarınız, canlarınız ve namusunuz da saygı değer ve dokunulmazdır. Tebliğ ettim mi?"

 

Buhârî, İlim 9, 37, Hac 132, Tevhîd 24; Müslim, Hac 147, Kasâme 29, 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu' 10; Tirmizî, Fiten 6; Nesâî,

Kudât 36; İbni Mâce, Menâsik 76, 84, Fiten 2

 

 

 

 

1528. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
–Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. –Ravilerden biri, bu sözle Hz.
Âişe'nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor–. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı" buyurdu.
Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun
üzerine de Hz. Peygamber:
– "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir

şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem" buyurdu.

 

Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51

 

 

 

 

1529. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir
topluluğun yanından geçtim.
– Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum. "
– Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla

oynayanlardır, cevabını verdi.

 

Ebû Dâvûd, Edeb 35

 

 

 

 

1530. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:

"Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (namusu) ve malı haramdır!"

 

Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18

 

 

 

 

1531. Ebû'd–Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet

günü o kimseyi cehennemden korur. "

 

Tirmizî, Birr 20

 

 

 

 

1532. İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh'den "Allah'ın Rahmetini Ümit Etmek" bahsinde
geçen uzun hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi:
(Bizim evde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp namaz kıldırdı. (Namazdan sonra
otururken) cemaattan biri:
– Mâlik İbni Duhşûm, nerede? dedi. Bir başkası:
– O Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.
Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah'ın rızasını dileyerek Lâ ilâhe illallah diyor. Rızasını

umarak Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi Allah, cehenneme haram kılmıştır" buyurdu.

 

Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd 25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et'ime 15, Rikak 6, İstitâbetü'l–mürteddîn 9; Müslim, Îmân

54, 55, Mesâcid 263, 264, 265, Fezâilü's–sahâbe 178. Ayrıca bkz. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8

 

 

 

 

1533. Kâ'b İbni Mâlik radıyallahu anh'den tövbe mâcerasına dair "Tevbe" bahsinde geçen
uzunca hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük'te
ashâbı arasında otururken:
– "Kâ'b İbni Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Benî Selime'den bir adam:
– Ya Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine'de alıkoydu, demiş.
Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:
– Ne kötü söyledin! diye çıkışmış, sonra da Peygamber aleyhisselâm'a dönerek:
– Yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve

sellem ise, hiçbir şey söylememiş, sükût etmişti.

 

Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsiru sûre (9)

 

 

 

 

1534. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber'in yanına
girmek için izin istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– "Kabilesinin kötü adamıdır ama, izin verin ona" buyurdu.

 

Buhârî, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 5

 

 

 

 

1535. Yine Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:

"Falan ve falanın dinimizden birşey bildiklerini sanmam. "

 

Buhârî, Edeb 59

 

 

 

 

1536. Fâtıma Binti Kays radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim ve:
– Ebü'l–Cehm ve Muâviye İbni Ebû Süfyân beni istiyorlar (ne dersiniz) dedim. Bunun üzerine
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– "Muâviye malı olmayan fakirin biridir. Ebü'l–Cehm ise, sopasını omuzundan indirmez"

buyurdu.

 

Müslim, Talâk 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 39; Tirmizî, Nikâh 38; Nesâî, Nikâh 22

 

Müslim’in bir rivâyetinde “Ebu’l–Cehm, kadınları çokca döven biridir” ifadesi bulunmaktadır.

 

 

 

 

1537. Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bir sefere çıkmıştık. Müslümanlar büyük bir
yokluk ve sıkıntı içindeydi. Asker arasında bulunan Abdullah İbni Übey, yandaşlarına:
– Allah'ın elçisinin çevresindekilere sakın bir şey vermeyin ki, onu terketsinler. Eğer Medine'ye
dönersek, güçlü olanlar güçsüzleri oradan mutlaka çıkarıp atacaktır, dedi.
Ben de gidip bu olayı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e haber verdim. Peygamber aleyhisselâm
Abdullah'a adam gönderip durumu soruşturdu. O böyle bir söz söylemediğine dair yemin üstüne
yemin etti. Bunun üzerine sahâbîlerden bazıları "Zeyd, Hz. Peygamber'e yalan söyledi" dediler. Allah
Teâlâ, benim doğru söylediğimi tasdik eden "Münâfıklar sana geldikleri zaman. . . " diye başlayan
Münâfıkûn sûresi'ni Nebî sallallahu aleyhi ve selleme indirinceye kadar, onların bu sözlerinden dolayı
son derece üzüldüm. Daha sonra, Hz. Peygamber kendilerine istiğfar etmek için onları davet etti, fakat

onlar buna da yanaşmadılar.

 

Buhârî, Tefsîru sûre (63), 1; Müslim, Sıfâtü'l–münâfıkîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (63)

 

 

 

 

1538. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Ebû Süfyân'ın hanımı Hind, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e:
– Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Süfyân çok cimri bir adam. Onun haberi olmadan benim aldığım dışında
bana ve çocuğuma yetecek derecede bir şey vermiyor. (Benim bu yaptığım doğru mu? ) dedi. Hz.
Peygamber de:

– "Örfe göre kendine ve çocuğuna yetecek kadar al!" buyurdu.

 

Buhârî, Büyû' 95, Nafakât 4, Menâkıbü'l–ensâr 23; Müslim, Akdiye 7, 8, 9. Ayrıca bk. Nesâî, Kuzât 31; İbni Mâce, Cihâd 13

 

 

 

 

1539. Huzeyfe radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:

"Koğuculuk yapan cennete giremez. "

 

Buhârî, Edeb 49, 50; Müslim, Îmân 168, 169, 170. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 33; Tirmizî, Birr 79

 

 

 

 

1540. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu:
– "Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azâb görüyorlar. Evet, aslında
(günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice

temizlenmezdi. "

 

Buhârî, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, Edeb 49. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 11; Tirmizî, Tahâret 53; Nesâî, Tahâret 26, Cenâiz 116; İbni Mâce,

Tahâret 26

 

 

 

 

1541. İbni Mes'ud radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
– "Size el–adh kelimesinin ne demek olduğunu söyleyeyim mi? O, insanların arasını bozmak için

laf taşımak demektir. "

 

Müslim, Birr 102

 

 

 

 

1542. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurdu:
"Ashâbımdan hiç kimse, bir diğeri hakkında hoşlanmayacağım bir şeyi bana ulaştırmasın. Zira

ben, gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum. "

 

Ebû Dâvûd, Edeb 28; Tirmizî, Menâkıb 63