Vakfın tarifi ve dînî delilleri
12/05/2025 Pazartesi Köşe yazarı R.A
“Vakıf, mülk olan bir ‘ayn'ı, vakfedenin mülkiyetinde
alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmekten
ibarettir.”
Bugün [Mayıs ayının 2. Haftasında
(12 Mayıs'ta)] başlayan “Vakıflar Haftası” münâsebetiyle,
birkaç makâlemizde, birer nebze, Vakfın ta'rîfi, onunla müterâdif
(eşanlamlı) olan kelimeler, vakfın dînî delîlleri, târihçesi, kültür ve
medeniyetimizdeki yerinden bahsetmek istiyoruz.
“Vakıf”: “Mükellef bir kimsenin (yani
akıllı, Müslümân ve ergenlik çağına erişmiş bir kişinin), kendi mülkü
olan mütekavvim (yani belli, kıymetli ve dayanıklı) bir
malının menfaatini (faydasını), hiçbir şarta bağlamadan,
Müslümân veya zimmî (yani ister müslim, ister gayr-i müslim vatandaş
olsun), bütün veya belli fakîrlere bırakmasıdır.”
“Vakıf”, bir hukukî müessese olarak şöyle de tarif
edilmiştir: “Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve câiz olan bir
malı, devâmlı olarak, Allah'ın mülkü olmak üzere, temlîk ve temellükten
menetmek ve menfaatını (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine
tasadduk etmektir.”
Ehl-i Sünnetin en büyük
âlimlerinden olan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe'nin (ö. 150 / 767) vakıf tarifi de
şöyledir:
“Vakıf, mülk olan bir ‘ayn'ı,
vakfedenin mülkiyetinde alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır
yollarına tasadduk etmekten ibarettir.” (es-Serahsî,
el-Mebsût, XII, 27; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, V, 37-40; Kubeysî,
Ahkâmü'l-Vakf, I, 69 vd).
Burada mal, vakfedenin
mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın (kullarının, toplumun) mülkü hâline gelir.
Böyle bir malın yönetimi, artık Vakıfnâmedeki şartlara ve genel
esâslara göre olur. (İbnü'l-Hümâm, V, 40; el-Kubeysî, I, 75-78).
İslâm'da vakıf Kur'ân, Sünnet ve
İcmâ' (İslâm bilginlerinin görüş birliği) delîllerine dayanır. Kur'ân-ı kerîmde, doğrudan vakıfla ilgili görülen
âyet-i celîle şudur:
"Sevdiğiniz şeylerden Allah
için harcamadıkça, birr u takvâya, tâm hayra erişemezsiniz." (Âl-i Imrân, 92).
Müfessirlerin (Tefsîr
bilginlerinin) çoğu ve hadîsçiler, bu âyet-i kerîmeyi, vakıfla açıklamışlardır
(Kurtubî, el-Câmi' li-Ahkâmi'l-Kur'ân, IV, 132-134; el-Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân,
1335, II, 18).
Sevgili Peygamberimiz de
(aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
"Âdemoğlu öldüğü zaman, amel
defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnâdır: sadaka-i câriye (devâmlı sadaka) meydâna getirenler;
cemiyete, topluma faydalı, yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine
hayır duâ eden hayırlı evlâd (çocuklar) bırakanlar" (Müslim,
Vasıyye, 14; Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36).
Hadîste geçen "sadaka-i
câriye"nin, vakfı da kapsamına aldığında şüphe
yoktur.
“Vakıf” yerine "sadaka" kelimesinin
kullanıldığı da olmuştur. Bilindiği üzere sadaka; “yoksullara
Allah rızâsı için verilen şey, sevâp kazanmak maksadıyla hibe edilen mâl” demektir.
(İmâm Şâfiî, el-Ümm, IV, 51; Ali Haydar, Tertîbü's-Sünuf, 101 vd.) Bu
kelimeye “muharreme (dokunulmaz hâle gelen)”, “müebbede (ebedî
kılınan)” veya “câriye (devam eden)” gibi sıfatlar da
eklenerek “vakıf” manâsı kazandırılmıştır (Şâfiî aynı yer).
Vakfedene “Vâkıf”,
vakfedilen şeye “Mevkûf”, yapılan sözleşmeye de “Vakfiye” denir. Vakıf
ahkâmında, “Şart-ı vâkıf (vâkıfın koyduğu şart), nass-ı şâri’ (dîn
sâhibinin koyduğu kânûn) gibidir.” (İbn-i Âbidîn)
