Haset eden, dâima gamlı ve kederlidir!
04/12/2025 Perşembe Köşe yazarı V.T
Mûsâ aleyhisselâm, Arş-ı a’lâ altında bulunan
bir kimse gördü ve bu nimete nasıl kavuştuğunu merak etti!
Şeyh Sinân Efendi Osmanlı âlimlerindendir. Şimdi Yunanistan’da
bulunan Fere’de doğdu. Bursa’ya giderek Abdüllatîf Kudsî’nin talebesi olan Şeyh
Tâceddîn’in talebesi oldu. Kısa zamanda yüksek derecelere kavuşarak icazet
verildi ve talebe yetiştirmek üzere memleketinde gönderildi. 890 (m. 1485)
senesinde Fere’de vefât etti. Bir sohbetinde şunları anlattı:
Haset; kıskanmak, çekememek, Allahü teâlânın ihsân ettiği
nimetin ondan ayrılmasını istemektir. Faydalı olmayan, zararlı olan bir şeyin
ondan ayrılmasını istemek haset olmaz, gayret olur. Haset, kötü huylardan, kalb
hastalıklarındandır. İnsanda, kötülenmiş olan bazı hâllerin ortaya çıkmasına
sebep olur ki, bazıları şöyledir:
Haset eden kimse, sebepsiz yere haset ettiği kimseye kızar.
Kabahati olmadığı hâlde ona kin besler. Doğru olan ortada ve apaçık bir şekilde
bulunsa bile, onu inkâr eder. Nasihatten kaçar. Her türlü çirkin yola başvurur.
Kendisi muhtaç olsa bile, haset ettiği kimsenin yanındaki şeylerden
faydalanmaktan uzak kalır. Hasetinden dolayı, haset ettiği kimsenin ilminden ve
faziletlerinden istifâde edemez. Haset ettiği kimse, kendisinden; mal, mülk,
makam, ilim vs. bakımlardan üstün bile olsa, ona tevâzu göstermez. Ona karşı
dâima kibirlilik gösterir. Ona kötülükle muâmele eder. Ancak o nimetin, haset
ettiği kimseden gitmesi ile râzı ve rahat olur. Bundan zevk alır. Ne kadar
şaşılır ki, başkasında bulunan nimetin ondan gitmesini nimet bilmektedir...
Hasetci kimse, dâima gamlı ve kederlidir. Kimse tarafından
sevilmez. Fazilet sahipleri hiç kimseyi haset etmezler. Sâdece başkalarında
bulunan ilim, edeb, hayır ve tâatlar husûsunda gıbta ederler. Yânî o nimetin
bulunduğu kimseden gitmesini istemezler. Bununla beraber, o nimetin, kendisinde
de bulunmasını arzu eder, isterler. Gıbta, haset değildir. Gıbta eden kimse,
haset gözüyle bakmaz. Kendisi için istediğini, diğer mümin kardeşi için de
ister. Hasetci ise böyle değildir. O, kendisinde bulunan bir nimetin, başka
birinde daha bulunmasına tahammül edemez.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); “Mümin gıpta eder.
Münâfık ise haset eder” buyurdu.
Mûsâ aleyhisselâm, Arş-ı a’lâ altında bulunan bir kimse gördü.
Bu kimsenin bu nimete nasıl kavuştuğunu merak edip, münâcaatında Allahü teâlâya
suâl etti. Allahü teâlâ, o kimsenin, kavuştuğu nimetlerden dolayı hiç kimseyi
haset etmediğini, ana-babasına karşı gelmediğini, nemime (söz taşımak) için
yürümediğini, bu hasletleri sebebiyle bu dereceye yükseldiğini bildirdi.


