Akıl, göz gibidir din bilgileri de ışık...

22/11/2018 Perşembe Köşe yazarı V.T

Aklı olmayan delidir. Aklını kullanmayan sefîhtir. Akla uygun iş yapmamak sefâhettir...

 
Cârullah Magribî hazretleri Mâlikî mezhebi fıkıh âlimidir. 1020 (m. 1611)’de Magrib’de doğdu. 1080 (m. 1669)’da Mekke-i mükerremede vefât etti. Derslerinde buyurdu ki:
Aklı olmayan delidir. Aklını kullanmayan sefîhtir. Akla uygun iş yapmamak sefâhettir. Aklı az olan da ahmaktır. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde yanılan kimse, felsefecidir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği, yanıldığı yerlerde, Kur’ân-ı kerîmin ışığı altında akla doğruyu gösteren yüksek insanlar da, İslâm âlimleridir.
Akıl, göz gibidir, din bilgileri de ışık gibidir. Yani insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Gözümüz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremiyor. Allahü teâlâ, görme âletimizden faydalanmamız için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nûru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabâhat bulmaya hakları olmaz.
Aklımız da, yalnız başına maneviyâtı, faydalı, zararlı şeyleri anlayamıyor. Allahü teâlâ, aklımızdan faydalanmamız için, Peygamberleri, İslâmiyet ışığını yarattı. Peygamberler, dünyâda ve âhirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, aklımız bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık. Dünyada da, âhirette de rahat ve mesut yaşayanlar, ancak, Peygamberlere uyanlardır. Ehl-i sünnet âlimleri, dînimizin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, ispât ettiler. Bu bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için, karşı gelmediler. Böylece, kabir azâbına, kabirde (Münker) ve (Nekîr) denilen iki meleğin suâl soracaklarına, sırat köprüsüne, kıyâmetteki terâzîye hemen inandılar. Akıl ermediği için, olmaz demediler. Çünkü bu büyükler, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için anlayamadık dediler. Eski Yunan felsefecileri gibi yapmadılar. Onlar, akıl eren şeylere inanıp, akıllarının ermediklerine, anlayamadıklarına inanmadılar. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmeleri, Allahü teâlânın beğendiği şeylerden birçoğuna aklın eremediği için olduğunu bilemediler. Akıl hüccettir. Fakat, tam hüccet değildir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmeleri ile tam hüccet olmuştur. İsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Biz, Peygamber göndermedikçe, azap yapıcı değiliz) buyruldu.