Dâvûd Paşa'yı idamdan kurtaran fetva!..

07/06/2019 Cuma Köşe yazarı V.T

Dâvûd Paşa, bir gün Edirne Kadısını döver ve durum Fâtih Sultan Mehmed Hân’a arz edilir...

 

Molla Vildân hazretleri Osmanlı kadıaskeri olup, Hanefî mezhebi fıkıh âlimidir. 893 (m. 1488) senesinde vefât etti. Molla Vildân’ın, Fâtih Sultan Mehmed Hân zamanında Dâvûd Paşa ile ilgili bir fetvâsı meşhûrdur. Fetvâya sebep olan hâdise ve neticesi, “Şakâyık-ı Nu’mâniyye”de şöyle anlatılır:

Rumeli Beylerbeyi olan Dâvûd Paşa, yaptığı bir işten dolayı Edirne Kadısına şikâyet edilir. Kâdı Efendi de, Dâvûd Paşa’ya adam gönderip, yapmakta olduğu o işten vazgeçmesi hususundaki hükmünü bildirir. Dâvûd Paşa, hiç aldırış etmez. Kâdı Efendi, bizzat kendisi Dâvûd Paşa’ya gider. O işten vazgeçmesini ihtar eder. Aralarında tartışma çıkınca, Dâvûd Paşa, Kadı Efendiye birkaç defa vurur. Durum Fâtih Sultan Mehmed Hân’a arz edilince, Hakân-ı a’zam Sultân-ı muazzam Fâtih Sultan Mehmed Hân şöyle emir verdi: “Şeri’atın hizmetçisi olan kadıyı döven, dîni tahkir etmiş olur. O hâlde onun katli lâzımdır!..”

Emrin acele yerine getirilmesini istedi. Paşalar, beyler, kim varsa Dâvûd Paşa’ya şefaatçi oldular. Böyle bir kumandanın öldürülmesini uygun görmediler. Pâdişâh vazgeçmedi. Sonunda gidip, Kadıasker Vildân Efendi’yi buldular. Durumu söyleyip fetvâ istediler. Kadıasker Vildân Efendi “Eğer ki, Kadı Efendi'yi kadılık makamında dövse idi; katli lâzım olurdu. Amma, kadı efendi yerinden kalkıp, Dâvûd Paşa’nın mekânına gitmiş olduğu için katli lâzım değildir” diye fetvâ verdi.

Fâtih Sultan Mehmed Hân, Dâvûd Paşa’nın katlinden vazgeçip, bizzat kendisi değnekle dövdü. Dâvûd Paşa, tam dört ay yataktan kalkamadı. Dâvûd Paşa, tövbe edip, pişman oldu. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyette kusur etmeyeceğine söz verdi. O günden sonra Pâdişâhla aralarında ünsiyet peyda olup, vezirlik payesine kadar yükseldi. İkinci Bâyezîd Hân zamanında da Vezîr-i azam oldu. Molla Vildân, bir sohbetinde şöyle buyurdu:

Kendi ayıbını görmeli, başkalarının ayıplarını araştırmamalıdır. Mümine en uygun olanı, kendi ayıpları ile meşgul olup, onları mümkün olduğu kadar gidermeye çalışmaktır. Çünkü bir kimse, kendi ayıbı ve günâhı ile Allahü teâlâya karşı edepsizlik ettiğini ve cenâb-ı Hakkın yarattıklarındaki hikmetleri düşünse, sekerât-ül-mevt (ölüm hâli), kabir, kıyâmet ve hesap hâllerini hatırlasa, başkalarının ayıbına bakmaz. Nitekim Resûlullah (sallallahü aleyhi ve selem); “Kim mümin kardeşinin ayıbını dünyâda gizlerse, Allahü teâlâ da dünyâda ve âhirette onun ayıbını gizler” buyurdu.